Aralık 2010
Bir insan
düşünün ki; resimlerinde doğayla kendini tümleyen… Bir insan düşünün ki,
şiirlerinde, düşüncesinin yüreğine akışını doğaya ulayıp, onunla benzeşen… Bir
insan düşünün ki, yazılarında, tüm doğallığı ile olumlu-olumsuz her gelişimin
kendi payına düşen kısmını bir bütünde bölüşebilen... Bir insan düşünün ki, tüm
bu sanatsal çıkarımlarını resim düzlemine seren… Böyle bir insanı anlamak, O’na
açıklık kazandırmak, ifadelendirebilmek çok incelemeyi, derin dünya bilgisini,
düşünme-anlama yetisini, had safhada duyarlığı gerekli kılar.
Dolayısıyla,
yarattığı ürünlerin durumu da budur. Sanatsal çıkarımları için yaptığınız her
yorumlama; birbirini sürükleyen, birbiriyle bağlantılı gelişen, karşıtı olarak
kesişen tükenmez bir devinime gebe olarak başlar. Böylece, evrendeki her şeyin
insana aitliğindeki ilgisinden hareketle, çoğalan bilgiyle özdeş gelişen anlam
ve duygu artımı, insanın doğa karşısında çaresiz kalışına upuygun kılıf
hazırlar. Birey, bu kılıfı yırtmak üzere, doldurur kendi imgesine her bir
tanımlamayı, yeri geldiğinde kullanmak üzere…
Çukurova’
da yaşamış bir insan, iniş çıkışları olmayan bu coğrafyada, önünü-ileriyi-
öteleri çok iyi görür. Bu koşulla eğitilir gözü, belleği, yüreği, benliği.
Çukurova’nın sonsuz atmosferinde, bir üflese rüzgâr her yeri sarar, doğa aynı
anda tozur. Bir birikmiş bulut çözse uçkurunu, aynı anda sel basar Çukurova’yı…
aynı anda bereketlenir toprak güneşin ışıklı ateşi ile… Doğasal bir adalet
seyreder bu coğrafyada. Tüm bunlardan payına düşeni almıştır ekremkahraman…
Kahraman’ın
ruhu, Yörüklüğünden gelme genlerle oluşmuştur ve bunlarla yönetilir.
Durmaksızın dinlenmeksizin sürekli olarak hep verimli yerlere göçer. Bir bakıma
resimlerindeki sonsuz sınırsız yüzey, her santimetre kareye göçmek için onun
ruhunun denetlenemez bir biçimde çoğalttığı alanlardır sanki!
Gerçek/düşlem,
sanat/eylem, düşünce/söylem, O’nun sanatsal çıkarımlarında yalnızca birkaç öğeden
birkaçıdır. Yaşamsal gerçeklik, duygu ve
düşsellik, yeniliğe açık bir anlak, geniş dünya görüşü, sanatsal birikimi
sağlayan sınırsız gözlem, yaşadığı ülkeye, bireye, topluma, dünya uluslarına ve
çağa duyulan sevgi ve sorumluluk duygusu vb ise diğerleridir. O’nun sanatsal
edimi, bu entelektüel yapılanmalar ile donanmıştır. Bu donanım onun sanatsal
eylemine çok geniş bir alan açar.
Kahraman’ın
kendi resimleri üzerine imge yüklü, hülyalı bir savı vardır. O, çiftçidir ve topraklarını eker. Çiftçidir ya! Resimleri; çiftçi/Kahraman, sanatsal sorunsalı; resim/toprak olur ve bunlar da bu topraklar
üzerinde yaşayan insanın kendi yarattığı kavramlar ile sosyaliteye bakışı ve
tepkileri haline gelir. Bu bir bakıma çağdaş sanatta yeni bir ifade, kavrama-kavratma
biçimidir. Yani, çiftçinin üretim-sosyal rolündeki emeğe dayalı edimsellik ile
Kahraman’ın kültürel-sosyal rolündeki, sanatın çok boyutlu gelişimindeki
ulaşılmazlık, edimsel olarak birbiri ile örtüşür. Resim düzlemindeki sanat
oluşumu/gelişimi, tohumu ele alış biçiminden, onu değerlendirme biçimine ulaşan
tavırda ve yeni bir canlı yaşamın başlatılması koşullarının bu yaratıma
eklenmesi ile gerçekleşir. Tohum da irdelen kavramlar-değerler ve tarihsel
gerçekleri oluşturan insanın yarattığı her bir durumun, doğayla uyumu ve
uyumsuzlukla gelişen tüm boyutları ve de fiziki gerçekliğin devinimsel halidir.
Kahraman
resimlerinin yorumu, her şeyden önce geniş zamana ait fiillerle vurgulanmayı
gerekli kılar. Nedenselliği ise; sanatçının yaşama bakışının gerekçesi olan
ussal gelişiminin, duygu örüntüsü ile kurduğu diyalogla ilintilidir. Ancak
yalnızca bu değildir nedensellikteki etken. Bilinçli bir usun anlak düzeyi onu
zamanla ölçümlenen tüm dilimlerde devindirir durur. Bu demektir ki, resimlerinde
yer alan her bir obje, onun imgesinde biriken anlamlarla yüklenerek girer
resimlerine.
Resimlerinde
insana ait doğasal örgenlik (organ; insanın duyarlığını-tepki gösterme
özelliğini, çevreyle özdek alışverişini sağlayan nedeni oluşturan en küçük
birimin bu fenomendeki/görüngüdeki gelişmiş hali), ve olgu (görüntü-olay)
örüntüsünü, biçimsellikle uzlaştırılan fantastik öykülendirilmesi gibi olsa da,
gerçek dışı yapılandırma aklın, bilimin, gerçekliğini de resimlerin içinde
devindirir karşıtı olarak. O, resimlerinde, özdeklere (doğal cisimler, ağırlığı olan nesne)
yüklediği anlamları kendi imgeleminde değişime uğratır. Eş deyişle, anlamsal
başkalaşım (metamorfoz) yaratır. Bu da elbette çağdaş sanatta farklı bir
aktarım biçimidir, farklı ifadelendirme dilidir. Bu dil gerçeğin gerçeklik
olarak bilinen koduna, yeni bir soru gönderir: “Bu, bu-mu’dur sahiden de?”
Dünya üzerinde kurulmuş düzen ve dengeye kendi imgelemi aracılığı ile
başkalaşım (metamorfoz) uygulanır ve böylece bilinen her şey alt-üst edilir.
Bilimsel bilgi, felsefe, sosyoloji, psikoloji, astronomi gibi, insanın
kendisini ve doğayı keşfetmesine olanak sağlayan yığılmış bilgilere, hem tanık
olan ve hem de kendi ölçüsüyle araştırıp tartışan Kahraman, varsıl imgeleminin
kaynağını yine kendinden alır. Kendi yaratma yetisi ile resimlerinde olgusal
ilk örnekler (prototipler) özgürce izlenceye açılır.
Eş deyişle,
ekremkahraman
resimleri, her dönem kendi içinde doğurgan sonsuz bir kadın gibidir. Canlı
üretir, duygu üretir, yeni yaşamlar, düşler üretir. Kendi ektiği her
nedensellikle farklı bir boyuta yönelip kıvrılarak çoğalır durur. Kurulan soyut
atmosferler ile oraya yerleştirilen nesne elemanlar, görüngünün gerçekliğinden
uzaklaştırılır, salt biçime indirgenir.
Öte
yandan resim içinde yer alan bazı biçimlerin hacimsel kitle oluşumu, zaman ve mekânlara
ait yapıları anımsatır; buna bağlı olarak kurguda gizli tutulan mekân
oluşumunun varlığını gizemli bir ifadeye dönüştürür. Kahraman imgesinde oluşan
anlam çoğalmaları; değişime uğratılan birçok nesnenin, insan görüngüsünün ve
olguların yeni kavranılışıyla yaşamsal alanlara, boşluğa, sonsuza, dipsizliğe
usulca bırakılışıdır. Kahraman resimlerine girmiş/yaşamış/çıkmış birçok soyut
(varlığın zihinsel tasarımı), somut (varlığı duyularla anlaşılan-doğada belirli
olarak var olan) ilişkisi kuran görüngüler (anlam-olay-olgu felsefe-fenomen):
geometrik biçimlemeler, sorununa ait özneler oluşumu, soyut bir alanı kapsamı
içine alan sınırların ve biçimlerin perspektifi, sanatçının o an–zamanlarına
ilişkin sorun edindiği nedenlerin, çözüme ulaştırılmaya yönelik seçilen
elemanları durumundadırlar. Buradaki her bir oluşum süreli de olabilir süresiz
de ya da başlı başına geniş bir süreç (koşullarının bütünlüğü içinde ele alınan
gelişme) olarak da yapılanabilir. O an-zaman bütünlüğü durumunda bilimsel
açıklaması olan veya bilinen gerçeklikten seçilmiş nesne, çoğu kez psikozlar
(sosyal bir sarsıntıya bağlı olarak doğan ruh hali) yüklenerek duygu-düşünce
sarmalına sorular gönderir. Seçili özne, anlamca değişime uğrasa da, duyarlı
bir yüreğin sessizliğiyle bu ilk örneğin (prototipin) yeni anlamının kabul ve
reddi kendinde saklı durumdadır. Ancak yine de kararlı bir tavırla, izleyeni,
kendi seçtiği nesnenin 2., 3., 4., 5’inci anlamını algılatmak için kurulmuş
olan zaman tünellerinden içeri davet eder. Bu ise, resimlerde gizemli pentür
dilinin eşliğinde gerçekleşir. Bu görsel izlence, düşünce zenginliği ile
bulmaca çözümü gibidir ve elemanların şifrelendiği bir yüzeydir. Ancak,
bulunduğu atmosferin psişik (ruhsal, duygu)
etkisiyle ve birbirinin içindeki ortak
kullanılabilecek harflerin saptanması ile deşifre olabilecektir.
Bu şifre aynı zamanda Kahraman ideolojisinin de dilidir,
kendi sosyalizasyonunun, yakın-dost ilişkilerinin, zorunlu-kurallı ilişkilerinin
de dilidir. Ülke toplumlarının yapısından üreyen her bir kültürel oluşumun,
evrenin bütünsel birliğindeki (evreni var eden şeyler) devinimin de dilidir.
Genele varan bu örüntüden hareketle, sanatçıda oluşan duyarlı, gözlemci
ussallığın evrensele varan sosyo-kültürel dilidir.
Bu ve benzeri temalarla gelişen yapıdaki (konstrüksiyondaki)
resimleri, yaşamsal her oluşumdaki imlerin kendisinde bıraktığı
derin-düşünsel-duygusal uyarılganlığın (çevreden gelen etkileri yansıtma ve bu
etkilere tepki) varlığındaki olanaklarla ilgilidir. Ancak tüm bu insansal
donanım, tuvallere gizemli bir dille aktarılır. Süje’nin (ressamın) tavrındaki
dışa aktarım, yapıtların ‘yapılmış’ olması için yapma eylemini yadsır. Resimlerinde henüz kendisinin de çözemediği
gizli itiraflar vardır. Zamana salınan ‘giz’ler, yine zaman döngüsünde her şeyi
yerli yerine yerleştirecektir ama şu durumda bu istem dışı gelişen ruhsallık, resimsel
düzlemin büyüsel etkisiyle varlık gösterir.
Resimlerde bir de, bilinçaltından süzülen yaşanmışlığa dair
birikimler sonucu oluşmuş, kurgulanmış
‘şey’ler, felsefi oluşumlar söz konusudur. Bilginin kavramsal
dayatmasıyla birlikte gelişen, beklenen sosyal rollere, statülere karşı duruş
tepkileridir bunlar belki de…
Bu noktada düzlemdeki tanımlanabilen ‘taş’ nesnesine
değinebiliriz. Taşlar belki de sanatçıda büyüklük ve küçüklüğü ile esnekliğini
yitirmiş sosyal rollerin göstergesi olabilir. Duyguya yaptığı gönderme,
rollerin insan üzerindeki etkisinin her bireyi etkileme düzeyi olarak
alınabilir. Işıltıları ise; bu rolde sahip olunan şeylerin insanda yarattığı
gurur-onur duygusuyla özdeş tutulabilir. Yine taşların düzlemdeki işlevsel
rolü, sınırları belirleyen, savunma-korunma güdüsü ve alanı, bileştiren-ayıran
sağlam-güvenli bir zemin, ayakları yere
basan bir tutum ya da kendini güvence altında hissedebilme özlemi, kökleri ilkel
insanın korunma amaçlı ilk eyleminin güncel nesnesi olarak da algılanabilir.
Bir başka bağlamdan bakıldığında yine bu taşlar toplumsal
bir sosyallikle de örtüştürülebilir. Şöyle ki; resim düzlemindeki taşlar,
görünüşte, müziksel etkinin yarattığı ritimle bileşke kuran öğeler (bütünü oluşturan ve bağımsız olarak da var
olan) gibi görünüm vermektedirler. Ancak burada rol bireye ait olarak düşünülebilir, hatta toplumla da özdeşleştirilebilir.
Bu durumda topluluklardan yükselen tek seslilik ya da çok seslilik aynı zaman
aralığına koşutlanabilir. Eş deyişle; her bir öğe bireysel bir oluşum
sayılırsa, bu oluşumda birleşen diğer taşların toplumsallığı çağrıştırması,
birleşen seslerin durumlara karşı oluşturacağı çokluk etkisine vardırabilir
bizi.
Sanatçının bilinç altına yığılmış olan içsel tepkisi belki
de şu nedene dayanır: “Toplumdaki pek çok insan davranışı gibi sosyal
ilişkilerin temel örüntüleri geniş ölçüde standartlaştırılmış ve rutinleştirilmiştir.” (Sosyoloji nedir, JOSEPH
FICHTER,S.108,1997.).
Toplumları var eden grupların, bireylerin birbiri ile
gerçekleştirdikleri işlevsel etkileşme: Süreçlerde; sağlam ve insan haklarını,
özgürlüklerini koruma ve de kollayıcı bir tavırla gelişmelidir. Bu anlayışta,
bireylerin ortak davranış örüntüleri içinde yer alan işbirliği, uyarlanma,
özümseme, karşıtlık, rekabet gibi sosyal pozisyonların durağanlaşmış düzeyini,
kinetik/dinamik yapıyla yenileştirmeye yönelik ortak bileşke yaratarak yeni bir
dünya düzende, bilinçlenmiş davranış örüntülerinin beklentisi olarak
görülebilir. Temadaki ‘evrensellik’ olgusu ile ilişkilendirilen bu düşünsel
tavır, aynı anda evrensel temel sosyal ilişkileri de içermektedir bu duruma
bağlı olarak…
Sanatçının,
sosyolojik yapısallıkta önemle üstünde durduğu, ben; ‘özne’ ve ‘birey’
ile diğer kişi ve grupların toplumsal yapıdaki rolleri, bu şekilde; siyasi,
ekonomik, etnik, dini etmenlerle doğal olarak ilişki kurar. Bu düşünsel ve
ruhsal çatı, özgür ifade ve davranış örüntülerinin beklentisini yansıtan bir
anlayıştır ve bizde bir çeşit uyarılganlık yaratmayı da amaçlayan roldedir
belki de bu küme! Taş nesnesine böylesi bir açılım verecek olursak bizi daha
birçok oluşuma taşıyan görüngüler yakalamamızı sağlayabilir.
İnsan topluluğu hiçbir döneminde durağan yapıda olmamıştır.
O, yapılandırdığı her oluşumu eskiyene değin kullanmıştır. İşte, bunlardan en
üretkenlik içinde olanı ‘kültür’ etkinliğidir. İnsanın var ettiği her şeyle
organik ilişki içinde olan ‘kültür’, toplulukların her üyesinin olumlu-olumsuz
katkıları ile belli yer ve zamana ait tümel bir oluşum olduğu kabul gören bir
görüştür.
Öyleyse taş nesnesi: Toplumların tümünde insan olmanın
gerektirdiği koşullar: ‘kültürel örüntüler’ denilen düşünce biçiminde bir
toplum bilincinin yaratılmasına dayandırılan bir yapılandırılma olarak da
düşünülebilir. Ya da, evrene ait bir gerçeklik olarak, sağlamlığıyla bilinen bu
elemanın devimsel süreç içinde zerrelere dönüşeceğini anımsatan bir imleme de
sayılabilir. Ya da, teknolojinin gelişmiş olduğu bu çağda, makine gücü ile
un-ufak hale getirilebilen taş nesnesi artık eski sağlamlık etkisinden
uzaklaştırılmakta ve sanayi devriminin yarattığı etkilere yönelik bir gönderme
yapılmaktadır.
Ya da, aşk/sevgi/dostluk/anlaşma/kızgınlık gibi soyut
kavramların bizde bıraktığı anlam boyutuna denk düşen ruhsallığımızla da
örtüşebilir. Ya da, düşünce üreten, olumlu ışıltılar saçan, güven duyulabilinen insanların seçkili
görünüşü ve sayıca azlığının vurgulandığı bir sahne olarak da alınabilir. Ya
da!.. Ya da!.. Bu çeşitlilikte anlam
yüklemeleri, insanda ve belki de sanatçıda, bilinçaltı yığılmalarının umuda
açılımından öte, insanlığın beklentileriyle ilgilidir. Bundandır ki, düzlemde yer çekimi kanunları bilinçli
bir biçimde ters-yüz olur, edilir. Bu gelişim-ediş ister istemez bizi zaman kavramı ile karşı karşıya getirir.
Her ne kadar algılanan birincil etki, zaman ve mekân olarak
doğa içerikli bir düzlem üzerine güdülenen kurgusal betimlemeler olsa da: Ancak
burada yapılanan teknik dile bağlı pentürün uygulanışı, ayrıntıya inmeyen bir
doğa ve buna paralel gelişen biçimin, çizgi-renk-anlam soyutlamasına olanak
tanır.
Bu noktada, belleğimizi kurcalayıp Kahraman’ın
sorunsalındaki ‘ayrıntıdan çok bütünle’ kurduğu iletişime yönelebiliriz. Çünkü
O, tek bir birey olarak insan
fenomenini irdelemek yerine, dünya ile ilişkilendirir temasındaki her bir
oluşumu. Buna bağlı olarak ilgisi her sorun ve her nesneye eşit olarak dağılır.
Böylece bu istem, mekân kavramının
zaman değerlerlerini ayrı ayrı durumlarda hissetmemizi sağlayan etken olabilir.
Zaman ve uzay, insan bilincinin ürünü değildir. “Dünya,
insandan önce, zaman ve uzay içinde var olmuştur ve milyarlarca yıldan beri de
vardır. İnsan ise; sadece on binlerce
yıldan beri ortada görülmektedir.” (Felsefe. Orhan Hançerlioğlu, S. 471 1996).
Kahraman’ın resimlerinde kullandığı boşluk/sonsuzluk,
zaman/toprak bu bilinçten hareketle yapılandırılır. Böylece kurguda yer alan
gerçekliğe ilişkin yer/gök/zaman kavramı apaçık reddedilir. “Eyleme dönüşüm
(sanatçı), sanal âlemin içine atar kendini, sanat etkinliği böylece yaşama
geçer.”
Oysa ki, zaman/mekân, dış dünya gerçekliğini
anlamlandırmamızda iki bilişsel boyut sayılır. Düzlemde, çağlar boyu sürekli
devinen zaman olgusu; çağ, yıl, ay, hafta, gün, saat, dakika, saniye, salise
gibi hız birimi ile dilimlendirilerek, bu birimin her hangi bir anında
durdurulabilir, salt kendine ait öznel bir zamana açımlanabilir. Kurguda, her
ne kadar merkezden (konstrüksiyonda kurulu denge) yayılan bir devinim var gibi
görülse de, yan yoktur, yön yoktur, alt/üst/taban/tavan yoktur. Alışılmışın
dışında kendincedir kurulan ortam... Bir bakıma yeni bir ütopyalar âlemidir.
Kahraman imgesindeki anlar bütünlüğü, bilincin denetimine
sokulmuş uslamlamayla, duygu katmanlarının içinde devinen bir yapıdadır. Bu günün ve geleceğin düşünsel
tasarımlarında, zaman, aynı bilinç ölçütleri ile gelişir. Ama düşüncenin eyleme
dönüşümünün en coşkusal etkinliği;
sürprizlerin, rastlantıların, yeniliklerin yaşamıyla kurduğu
zamansallıklarla eşzamanlıdır. İşte sanatçıda
o anların coşkun ruhu ile üretim patlaması yaşanır. Renkler, olgular, nesneler O’nun imlediği
coşkuya katılırlar. Ya da o sırada öylesi bir taşkınlık yaşanır ki, sanki resim
içine üflenir nefes nefese; yazınsal tümceler girer açılan her kapıdan. Tek bir
söz/sözler/iletiler her yana dağılır. An-zaman birikimi içinde anlamı anlamlı
kılan imler olarak asılır düzlemin içine, mekânla-espasla
ilişkilendirilir.
Farklı bir irdeleme ise; zaman-biçim bileşkesinde çağların
izdüşümü ironiye dönüşür. Bilinmezliğin sonsuzluğunda, bilinen her bir
ulamın (sözlük: aralarında, herhangi bir bakımdan benzerlik bulunan, kategori
= felsefe: sosyoloji, bilim, kimya, fizik gibi bilimlerde kullanılan aynı
sözcükler farklı anlamlarda tanımlanır. Tek tek bilimlerde kullanılan o
bilimlere özgü kavramları genelleştirir ve onlara genel-felsefi bir anlam
kazandırır. Felsefe, sh. 430) yaşam süresine sığmayacak, tekrarlı bir
devinime bağlı gelişimle çoğalarak ve farklılaşarak artmasına yetişememenin
telaşı ve paradoksu (kökleşmiş inançlara
aykırı olan düşünce), atmosferde fırtınalı bir sessizliğe neden olur. İşte
bu durum, zaman ve biçim bileşiminin ortama yaydığı ‘zaman paradoksunun
öznellik boyutudur. Eylemsel tavır (sanatçı), uluslararası tarih çizgisini
bazen olduğu zamana rapteder, bazen ileri-geri ışık hızıyla devindirir. Evrenin
devinimindeki bu hız, maddenin, yenileşme, değişme, dönüşmesindeki son halini
bilmesi açısından her ne kadar insan olgusunun binlerce yılına dağılan zaman dilimini kapsasa da, bir
zamanın bilinmeyeni, yine yenileşen farklılaşan insan olgusuyla, yaşamsal bir
durum olarak yaşantıya katılacaktır. Bu bize, resimlerin içindeki doğal
değişmeceli (metaforik) durumu düşündürür.
Ne ki, çağların atmosferinde bu gerçeklik, geçmişten bu
güne değin bildiği her bir bulgunun-olgunun yeni oluşum hali ekremkahraman’ın bir sonraki-evvelki
zamana ait ilgisini de oluşturur. Ve bu anlamda imgeleminde (edinilmiş imgeleri birleştirip kaynaştırma,
zihinsel tasarım) biriken düşsellik, yüzeye aktarılan biçimsel-renksel
oluşumla birleşir. Olguların birbiri içine geçişi başlar. Her keresinde
derinleşen-çoğalan düşüncelerin kendi sahnesinde yarattığı anlamlarla
bütünleşir böylece.
Burada sonsuzluğun sonuna iki nokta konulup düşünülmelidir.
Böylesi bir kurguda; evreni, kavramları, gerçeklik saydığımız her bir varlığı
devindiren yapı, doğal olarak bize yansıma kuramını anımsatır ve bu bilgi
kuramını özümsememizi önerir.
Bu sessizlik içeren, yalnızlığı imleyen ortamdaki diyalog,
zaman-biçim uzlaşımı kurarken, mekânsal formlar, geometrik biçimler, simgeler,
geçmiş zaman sanatlarında oluşturulmuş özdekler (doğal cisimler-madde-ağırlığı olan nesne), birinci şahıs olarak
kendisi olur yani sanat elemanları olarak resme dâhil edilir.
Kompoze edilen düzlemde milimetre karelere ayrılmış anların
bütünlüğü espasta oluşturulan derinlik içinde, çağların dün, bugün, gelecek
zamanların sorgusunu başlatacak tümlemeyi sağlar.
Resimlerin yorumuna dâhil edilen özdeksel biçimler yani
özdeğin başlıca var olma biçimleri zaman/uzay/devinim’dir. Ünlü fizikçi Albert Einstein’ın,
genel ve özel bağıntılık kuramında tanıtladığı gibi bunlardan biri olmasaydı
diğeri de olmazdı ilkesinden hareketle gelişip hayali (ütopik) bir yapıya
ulaşmış sorunsalı yoruma açmak bir hayli araştırmayı da gerekli kılmaktadır
doğal olarak.
Jean Paul Sartre: “İnsan özgürlüğe mahkûm edilmiştir.
Özgürlük tüm hayatımız boyunca bizi seçim yapmayı zorunlu kılar” demektedir. (Sanat Psikolojisine Giriş, Sıtkı
Erinç S.68,1998.)
Burada ekremkahraman seçimini
yapmıştır. Resimlerinde özgürce bilimi, felsefeyi, psikolojiyi, matematiği,
arkeolojik/tarihsel verileri, sosyolojiyi kendi öznelliği ile farklı yorumlara
ulaştırır. Zaten yaşamındaki entelektüel duruşu da bunu gerekli kılar.
İlginçtir ki; Kahraman resimlerini çözmek ortalama algı ve
anlak düzeyini bir hayli zorlar. Çünkü resim düzleminde çok az ve yalın görsel bir
dille giren elemanlar/espas, gerçekte senfoni orkestrasında çalan elemanların
kullandığı müzik aletlerinin çeşitliliği gibi farklıdır ve çok seslidir. Anlam
zenginliği, olguların tek başına ya da birbirini yeniden yapılandırarak
çoğalması ile özdeş tutulurken aynı zamanda oluşuma sanatsal kanılar yükler. Bu
uzlaşımda yaşanan çelişki, izleyenin kendi içinde ikilem duymasına,
ikirciklenmesine (kararsızlık, duraksama),
bağımsızca düşünce üretmesine neden olan asıl tutumu sağlar.
Belirtmek gerekirse: Bir sanatçının sanatsal doğurganlığı,
hangi sorunsalı açımlıyorsa tam da o boyutta gelişir. Burada değinmek istediğim
durum şudur: ekremkahraman, evreni-evrenseli sorun edinmiştir ve böylelikle asla
tükenmeyen her çağda kalıcı olan bir kaynağa ulaşmıştır. Söz konusu olan
resimler defalarca yorumlanmış ve birbirine çok da yakın olmayan yorumlarla
değerlendirilmiştir.
Bu nedenle Kahraman resimleri ön tasarım ve gelişim olarak
bilimsel bilgi ve felsefi düşünce gelişimi ile bireşim kurarak
sanatsal/düşünsel/düşsel/ütopik bir alanda seyir sürer. Bu iletisi, O’nun evrenle
zenginleşen, tükenmesi mümkün olmayan oluşumların gelişimidir. Onun yaşamdaki
duruşu gereği kendinde var ettiği varsıllıkla örtüşen sanatsal çıkarımlardır
yapıtları. Yapıtları tüm gerçekliklere karşıt gelişen kurguda yapılanırken çağdaş
sanatın gereklilikleri de yapıtta yerlerini alırlar böylece.
Ama yine de O’nun resimleri yalnızca bu çağa ait
değildirler. Çünkü sanatçı, her sanatçıya ait olabilecek sanatsal her bilgiyi
özgürce kullanma güveni ve rahatlığı içindedir aynı zamanda. Bu ortam sanatla
bilimin yol ayrımıdır açıkçası. Burada yapıtlara, estetik beğenisi, estetik
tavrı ve kaygısı gelişmiş, sanatla bütünleşmiş bir süje (ressam) eşlik
etmektedir.
Ne ki, sanatsal çıkarımdaki biçimler, espas salt objenin algılanmasındaki
durum değil, süje’nin nesnel gerçeklik karşısındaki aldığı tavırdır. Bu tavır
düşünce yoluyla geliştirilmiştir ve nesnel gerçekliği anlamca değiştirmeye
yöneliktir. Soyutlama ve modernizmin yaygın olduğu sanatsal çıkarımların
alışıla geldiği çağımızda nesnenin kabul gören verileri O’nun kavrayıcı
etkinliğinde öznelleşir. Algılamaları sınırsız bir özgürlük yaşar.
Kompozisyonlarında, suretsiz gezinen insanın insan olmasıyla, emek vermeyi
öğrenmesiyle başlayan bir öykü de vardır.
Bu arada, resimlerdeki sorunsalı incelemeye yönelmiş olan
düşünsel boyutum, tüm nesneler ve kompozisyonlardaki oluşumlar arasında, beni
şöyle de bir ‘beyin fırtınasına’ doğru sürüklemektedir: İnsan varlığı; evren
içinde, yeryüzünde gelir-geçer bir roldedir. Onun işlevselliği,
duygusal-düşünsel-maddesel olarak var ettiği her bir durumu, bu soyut ve somut
yapıntıların birbirine eklenerek çoğalan kalıntılarının etkinliğini sürdürmesiyle
yaşama geçer. Burada, evren deviniminde varlığını sürdüren insan, bu küçük
zerrenin (insan) kendi içindeki
varlığının, gelişim/değişim/dönüşümü acaba, evrene nasıl bir katkıda bulunmaktadır’’
sorusunu aklımıza getirmektedir. Yoksa insan; O, kendi doğasındaki sömürme
içtepisi ile evreni de sömür-me-k-te-mi-dir? Öne sürüldüğü gibi gerçekten de
insan, evren için iyi ve faydalı bir canlı örgenlik midir? Ya Kahraman
resimlerindeki çağ geçişlerini, ülkeleri, sosyo-kültürel yapıları, ekonomik
sistemlerin dayatmalarını, toplumsal duruşları, bulut ile im’lenen bir simge
ile ta uzaklardan gözlemleyen etkisini nasıl ve ne ile özdeşleyebiliriz?
Evrenin zamansallığında insanın var olmaya başlaması…
Bilim, sanat, tarih, psikoloji, arkeoloji, antropoloji gibi birçok uzmanlaşmış
alan bilgileriyle sürekli yeniden yeniden anlatılmaya çalışılan insan varlığı…
bizler… Biyolojisi ve duygu örgenliği, tez-antitez-sentez sürecini henüz
tamamlayamamış ve var olduğu sürece de tamamlayamayacak temel fenomen… İnsanın,
ağaçlardan, kayalıklardan inerek elini
keşfettiği o ilk an’dan bugüne/geleceğe dayanan zamansal devinim... İnsanın insan olabilmek için geçip geldiği o
zorunlu eğrelti yol… zor yol!.
Neler geçmiştir insandan insana çağlar boyu sürüklenerek ve
neler çekip neler yaşamıştır anlamlı kılabilmek için bu, zamanla örgütlenmiş
hayatı. Duygusal yaşantımızla katılırsak bu düşünceye; “yaşam, ayrıntıda
gizlidir’’. Sevmek sevebilmek her şeyi ne çok özveri ister. İnsan, bir diğer
insanı sevebilmek için ne çok nedenler yaratır, ne emekler verir. Kendinden
yayılanları duyumsatabilmek için kendinde olmadığını düşündüğümüz ne şaşırtıcı
roller üstlenir! Anlama dönüştürebilecek kadar bilgi ve duyarlıkla donatmak
kendini ne zordur.
Uygarlıkları nasıl var etmiştir, bu toplumsal devinimde ne
roller üstlenmiş, ne ezinçler yaşamış, ne çok savaşmış ne çok uzlaşmış ve ne
çok başarılara imza atmıştır. Bilimi, düşünceyi, duyguyu, sosyalliği, sanatı,
toplumsallığı, bünyesine dâhil edecek merakı edinebilmek için onu nasıl bir
dürtü tetiklemiştir acaba?
İnsanın insan olması, gerçeklik ilkesini bünyesine alması,
toplumsal bir bilince ulaşması görüldüğü gibi kendini böylesi bir sıkıntıya
sokarak çalışmasıyla/emek vermesiyle başlamıştır. İşte, böyle bir öyküsü olan
insanın, geleceği nasıl olmalıdır? Bu seçilmiş bir sanat diliyle nasıl
aktarılmalıdır, insansal sürece nasıl katılmalıdır? Şiirin, resmin, düşünce
yazınsallığının bireşimini kendi bünyesinde taşıyabilmek için insan, nelerden
vazgeçmelidir, ya da daha ne denli gelişmelidir?
Sanat oluşumunun temel taşlarından biri olan edebiyatın konusu olarak düşündüğümüz
insan/doğa/yaşam diğer bilim dallarının da konusudur. Ancak, bu bilim
dallarının insana, doğaya, yaşama bakış açısı, incelemesi, ifadelendirmesi
farklıdır. Tüm bilimler nasıl incelemelerini birbirinden aldığı verilerle
kaynaştırarak geliştirirse, benzer biçimde plastik sanatlarda da durum
farklılık göstermez. Bu alanın sanatçısı da, bilimle, edebiyatla, tarih,
coğrafya, felsefe, sosyoloji, psikoloji, dil bilimi ile yakından ilişkilidir.
Sanatçı, tüm bu insana ait örüntüleri birbiriyle ilişkilendirerek, birbirine
ulayarak, harmanlayarak bir sanat dili ve ifadesi oluşturur. Temalarını
işlerken ya olduğu gibi yansıtmayı seçer ya da kendince değiştirip dönüştürür, soyutlamacı bir tavır alır ya da tümüyle
soyutlayıp başlangıç niyetine yabancılaştır.
Evren içinde var olmuş insan varlığının günümüzdeki edimselliği kısaca
böyle özetlenebilir.
O halde Kahraman sanat dilinde bu oluşum nasıl
ifadelendirilmektedir?
Bu öyküde insan fenomeni yadsınmakta ya da bu ortamda bu
biçime gereksinim duyulmamaktadır. Çünkü düzlemde geliştirilen kurguya simgesel
yapılar eşlik etmektedir. Kavram ve durumları belirleyen bu imlemeler, yazınsal
dildeki kodlamalarla eş güdümlüdür. Kodlardaki ipuçları, sanat alımlayıcısının
psikolojik, sosyolojik, felsefi, bilimsel ve sanatsal bilgisine dayalı usunu
aynı anda tetikler. Yine kodların rolü, sorgulatma zenginliği ile ilişki
kurmayı sağlayan öğeler olarak görülebilir. Duygu örgenliğinin iletisi olarak
irdelenirse; nihai sonuçta tüm imgeler insanın yalnızlığını kanıtlamak-yadsımak
üzere hazırlanmış sanal biçimlerdir. Yalnızlık teriminin algıyla kurulacak
iletişim aracıdır. Bu bizi, ben/başkaları, kendisine ve ortamdaki her şeye
yabancılaşan birey oluşumuna taşır. Diğer yandan; ben neredeyim, kimler
yaşamış-yaşamakta-yaşayacak sorularına götürebilir bizleri.
Elbette ki burada paradoks yaratan tutumlardan söz etmek de
olanaklıdır. Her insanın imlediği şeylerin, imgeyle nasıl ve ne biçimde
açılımlaşacağı sorunudur düşünceye yollanacak soru. Bu düzlem, insanı,
sorgulama ve yeniden yapılandırmaya yönelik itki içinde yüzdürür. Yüzmeyi
bilenler, kendisinin ve bu resimsel kurgunun sığlarından kurtarır. Yine
kendisini, yapıda var olan derinlere doğru yollar, ufuklara doğru açılır.
Açılır ama orada boğulup kalmaz.
Yine, aslında düzlemin tümünü ele geçirmiş olan
bu kurguda evren olarak tanımladığımız insana ait bir ortam kurulmuştur ki
burada ilkellik/ilkel insanın ve eski uygarlıkların imgeleri görselleştirilmiş,
doğanın görkemli-yüceltilmiş yapısıyla insan karşı karşıya getirilmiştir. İlkel
insan, doğa karşısındaki çözümsüzlüğünü mitoloji ve dinsel yapılanma ile örtbas
etmektedir. Bilimsel bilgi yoksunluğundan ötürü doğadan korkan insanın trajik
durumudur bu...
Kronolojik zamana özgü insansal süreç ise
insanın yerinde sayarcasına zor gelişmişliğinin bir belge sunumu olarak
değerlendirilebilir. Buna karşın, bilinenin gerçekliği ile bu sorun: bugün-yarın-gelecek
zamana özgü uygarlık tablosunda seyreden bir kaygıyla ilişkilendirilebilir. Bu
imgelere karşıt olarak gelişen geometrik formlar sanatçıdaki duygunun usavurumunun
göstergesidir. Resimlerin içinde devinen bilimsel bulguların dayandığı düşünsel
çatı bize, böyle bir sanat çıkarımında, uygarlığın vardığı bu noktada, işte tam
da burada, çözümleyici bir rolde geçmiş değerlerin anlamını ve bugünden
başlayarak geleceğe ilişkin yapılanmamızın ne-nasıl olacağı konusunda her bir
durumu yeniden sorgulatmaya yöneltir enikonu.
Algılanabilen bu türden göndermeler değerlerin gerekliliği
ve gereksizliğini savunmak üzere tepki dili oluşturmamıza bir önerme
sayılabilir. Ve imge böylece us-düş bireşiminin içyapıdaki çatışık uzlaşımı ile
yeniden yapılanmaya koyulur.
Özgürlük! Belki de çok zor değişebilecek ya da asla değişmeyecek,
evrenin/insanın/nesnenin kendince imlediği yeni anlamlarını, adlarını tuvallere
yayarken yaşanır sanırım. Öyle ya, evrensel bir yasa olarak ‘oluş’
yeni bir oluşun gerçekliğine götürmez mi bizleri. Neden o ‘şey’ler başka
‘şey’ler olmasın? Ruhundaki özgürlüğü kaydeder resimlerine Kahraman. Kanımca yüzde
yüz denilebilecek bir gerçeklik vardır ki sanat: yaşamsal bütünlüğün hayata
yansıması, hayatla kucaklaşmasıdır. Anlatılara, göstermelere sığmayacak
çokluklarla tanımlanmasıdır. Sanatsal her ürün, tüm unsurları ile
yapılandırıldıkça hayat olmayan başka bir hayat kendini var eder. Bu
kaçınılmazlığın en büyük zaferidir.
Bir bütünlük olarak Kahraman resimlerinde, renk-biçimle,
us-duyguyla, düş-gerçekle uzlaşır, düzleme yayılır. Bilinç, bu altı unsurla
usta bir diyalog kurar. Eylem başlar-biter, ürün, ürün verme sürecini yaşayan
olguya ait tekrarlı kıpırdanmalarla sürdürür.
Renk skalası uyumlu bir armonidedir ve rengin renk içinde
eridiği degradelerle gelişir. Rengin kroması tam anlamıyla özgünleşmiş, kendine
aitleşmiştir. Kimi elemanlarda ve düşsel doğa düzleminde, çoğu zaman renk oksidasyona
uğratılır. Kimi zaman ise, renk alabildiğince berraktır ve bulut imgesinde ve
diğer nesnelerde yapılan çalışma gibi ince bir görsel-düşünsel etüt çalışmasını
anımsatır bizlere. Ruhsallık tam tamına bu yapıda egemendir ve ruhsal olarak yarattığı psişik etkiyle düzlem oldukça
esrarengiz bir ortama bürünmüştür. Zaman ne akşamdır gerçekte, ne sabah, ne de
gün ortası. Ortam, kompozisyonda irdelediği temanın ruhunda yarattığı esintiyle
koşuklaşır. Renksel kurguda esinti, serin bir yel gibi soğuk renklerle, Akdeniz
meltemleri gibi ılık pastel tonlarla, sevecen/sıcak bir temasın, coşkun bir
aşkın şiddeti gibi parıldayan-ışıldayan sıcak renklere döner ya da aynı
düzlemde etkilerin biri ya da bir kaçını birden aynı anda birden taşır. Bazen
de, korkunç bir fırtınanın akıbetinde kasırgaya dönüşen gün yüzü gibidir renk
ve kararır.
Genelde ufuk çizgisi pusludur. Israrla seçilmiş bir belirsizlik
taşır, o yüzden de grileşen ara tonların egemenliğindedir. Bu renksel
belirsizlik tıpkı hayatta olduğu gibi bir tedirginlik duygusu uyandırır
bizlerde. İnsan yaşamında gerçekten bir ‘son’lanma var mıdır? Ya da hayat
sürekli bir biçimde tekrarlı bir devinime zorunlumudur ya da insan düşüncesi
neden gün geçtikçe bulanıklaşmaktadır? Hiçbir yaşamın geleceğe dair hiçbir güvencesi
yoktur, olamaz da. Çünkü düşüncede ve düşteki ‘şey’ler hızla değişen anlamlar
ve durumlar karşısında muğlâk bir zeminde seyretmektedir. Bu devinimsel fakat
belli-belirsiz süreç, acaba bünyesinde bilinmeyen daha neler gizlemektedir?
Gibi gelinen-bilinen her şeye ilgiyi odaklar. Bu renksel belirsizlik
birbirinden farklı daha birçok düşünceyi ve düşü çağrıştırabilir. Resimlerin en
belirgin özelliği asla kirlenmeyen, buharlaşmayan renk çalışması ile
gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu da sanatçının renk konusundaki derin, ince
bilgisini bize yansıtan unsurdur. Sanatçı, yapma sürecinde, birçok resimsel-endüstriyel
malzemeyi birbiri ile karıştırarak ya da üst üste deneysel araştırmalar yapmış
ve bu çalışmaları resimlerine mal etmiştir. Tüm renklerin ruhsal ifadesinde
değişmeyen tek bir unsur vardır ki, resimsel elemanlara kodlanan-odaklanan o
resimsel klasik ışık... Işığın resim düzenindeki rolü, çağlar arası gizemli bir
yolculuğun varlığıyla koşut gelişimler gösterir. Bu demektir ki, her eleman,
aynı zamanda farklı bir döneme ait bulgu olarak da temalandırılabilir. Bu
durumda aynı biçimdeki 2-3-5 eleman bir bilinmez merkezden ve yine bilinmez
merkezin rast geldiği bir noktada ışırlar. Espasla ışığın ilişkisi ise seçilen
alana yerleştirilmesi kütlesel olarak bir ileri bir geri yanılsamasına neden
olur ve elemanlara yöneldiğinde biçimi pentürün emici etkisinden kurtarmayı
amaçlar. Işık aslında, O’nun iç
duygularının akışındaki sanatsal coşkunun eşitlikçi anlayışı ile örtüşür. Bu
nedenle de Kahraman’ın ışıkları özgürdür, samimidir, etkileyicidir, sorgucudur.
Anlam bakımından açıklık ve netliğin düzlemdeki en dikkat çekici unsurudur. Eş
deyişle, ışık unsuru bu güne kadar alışılagelmiş yapısından uzak, metafizik
değerleri de dışlamayan özgün yansımalar olarak kullanılır. İlginç olan şudur
ki, Kahraman resimlerinde, ışık da sonuçta bir denge unsurudur. Işıkla beslenen
biçimin aynı özne (sanatçı) tarafından yerleştirildiği alansal boyut değişse
de, konstrüksiyonu yeniden düzenlemeyi gerekli kılan sorunun bu düzlemde yaşama
olasılığı yoktur. Fakat yine de ışık unsuru renk ve biçim dengesinin sağladığı
bir avantaj olarak görülmemelidir. Çünkü ışık, her bir biçimsel kurgu gibi bir yan
elemandır sonuçta. Yani özneye ait öznel kurgu aracıdır.
Koskoca bir evren düzlemi sanki resimlerin ana teması,
esası durumundadır. Bu alan gözlem altına alındığında yer yer doğanın ya da bilimin
gerçekliğinin tersine çeviren bir görsellikle karşılaşırız. Düzlemde var edilen
evrene ait yer-gök diye tanımladığımız/bildiğimiz soyut/somut biçimlemeye eşlik
eden pentür dili, aslında evrende var saydığımız evren yuvarlağına uygun eğri
çizgi izleme zorunluluğunu ortadan kaldırır. Güçlü bir derinlik duygusunu
algılatan düzlem ilginç bir biçimde resimlerde renksel bir perspektif oluşumu
kaygısı taşımadan oluşur. Genel olarak elemanların böyle bir düzleme
yerleştiriliş biçimleri de ister istemez farklı bir kurguyu gerekli kılar.
Yani bir bakıma gerçekleştirilen kurgu, resimsel yüzeyi
farklı bir yapılanmaya taşıyan en önemli diğer etkendir. Ancak burada
dikkatimizi çeken ya da dağıtan, resimsel kurguyu çatıştıran espas, ilk
bakıştaki dingin etkisine karşılık, sıkça sözü edilen ‘devingenliği’ aklımıza getirebilir. Gizlenen güçlü dinamizm yüzeyde
bu kurgu yapıyla oluşturulur. Evrenle ilgili Einstein’ın teorilerinde savunusu,
devimlerin ivmeli olduğunu düşünerek ‘genel
bağıntılık’ kuramında devimlerin, çekim gücü yerine ivmeden doğduğunu
tanıtladı ve şöyle düşündü: Yuvarlak bir evrende düz bir çizgi izleyerek giden
çizgiler yoktur. Devinimler evren yuvarlağına uygun eğri çizgiler izlemek
zorundadır. Öyleyse hızları da her an değişir. (Felsefe, İvme, s. 199). İşte tam bu
noktada resimlerdeki düzlem, yuvarlak saydığımız evrenin, düz ve yatay gelişimi
ile pentüre dökülür, gerçeklikteki devinime karşı, sanatsal bir gönderme dili
oluşturulur. Renk, işte burada, bu düzlemde en başat (güçlü-etkili) kimliğini
yaşar hale gelir.
Yoruma bu noktada ağaç,
merdiven, soyut çizgi, köşe, ham boya kitlesi vb imgeleri de eklersek bütün
bunlar gerçekte içselleşen bir duygu-bilgi aktarımının göstergesi midir?
Yüceltilen duyguların vardığı son nokta, sonsuzlukta bir yerlerde ulaşılan en
üst basamak, bilgi, teori, düşünce (yücelme-yüceltilmenin bitimsizliği) midir? Ve gözümüzün seyri, karşıtı olarak bu biriktirilmişliğin-yüceltilmişliğin
üst sayılan basamağından sessizce geriye doğru inişe geçen, azalan, yitime
uğrayan bir duygu deviniminin içinden geçerek ilerler kaçınılmaz olarak. Yer
kürenin ya da yaşamın derinliklerine uzanan bu yalın imgeler yok sayılması
istenen her bir soyut-somut ilişkiyi göz önünden bir süreliğine ya da sonsuza
kadar bizlerden uzaklaştırmak mıdır? Ya da, var olduğu sayılan başka bir âlemin
ipuçlarını bilgece aramak mıdır? Ya da, zaman dolunca ait olduğun yere varmak
mıdır? Çağ katmanlarına sessizce dalmak mıdır? Soyut düşüncelere ulaşmak,
ütopya ülkesine varmak mıdır? İçe bakışın gereği-sonucu duyguların ilk halini
bulmak mıdır? Bu simge imgeler nedir? Neden ‘bura-da’dır’lar sorusundan
hareketle, nesnenin biçim-öz-içeriğini bozmak, anlam değişikliği yaratılmasını
sağlamak mıdır?
İnsansal
yaşamı belirleyen kavramlar, insanın toplumsal rolünü gerçekleştirmesi için
kendisinin gereksinimlerine uygun yarattığı olgulardır. Son yüzyıllarda
ülkelerin kendi sınırlarını genişletmek ya da siyasi erk’lerini, ekonomilerini
güçlendirmek için kullandıkları bir araca dönüşmüştür. Sanayi Devrimini
tepkileyen insan ruhsallığının altında yatan etkenler başında, insan emeğine
artık en az gerek duyulması yatabilir belki de!. Tüm bu yeni oluşan kavramlar;
Modernite, Uygarlık, Teknolojik gelişim, Sanayi Devrimini tepkilerken oluşan
Post-Modern yaşam, artık insanları mutluluktan, doğayı yaşanırlıktan
uzaklaştırmaktadır. İnsanoğlu insanca yaşayamamasının tepkisini birçok dille
dışa vurmaktadır. Buna bağlı olarak, makineleşen
dünyada artık insanın yardımlaşma-destek gibi birbirine gereksinimi kalmaması
da sayılabilir. Duygularını, yaşamak istediklerini bir sinemada izleyebilmekte
ve dolayısıyla bu özlemlere kendi yaşamında ulaşma amacı da kalmamış olabilir.
Telefonlarla, televizyonlarla haber-bilgiye ulaşırken, yoğun iş koşuşturmaları
ile boğuşurken ne denli yalnızlaştığının farkına varmayabilir.. Hayalleri,
düşleri, ütopyaları, özlemleri, amaçları belki de artık tükenmeye başlamaktadır
bu her şeyin hazırlanıp toplumlara sunulduğu dünyada!.. Anlamlar,
anlamsızlaştırılmaya başlanmıştır artık. Kültürel yozlaştırma Post-Modernizm,
Küresellik başlığı altında yaşayan bir döneme dönüştürülmeye
başlanmıştır. Tüm bu çatışık gelişim, bireysellik-kişilik-kimlik olgularını da
deforme etmiş ve insan kimlikli olmayı bir diğer insanın haklarını engellemekle
oluşturabileceği inancına sürüklenmektedir. Oysaki insanoğlu yaşadığı süreci
uygarlığa doğru sürüklerken, gelişim-değişim-dönüşüm ilkelerini kullanarak
ilerlemiştir. Bu süreç, insanın, kendi yarattığı olgular üzerinden yeni yeni
düşünceler ve kavramlar geliştirmesini de sağlamıştır. Teknolojinin gelişimi,
dayatılan politik sistemler ve popüler kültür ile varılan sonuç, insan yaşayış
biçimindeki anane ve geleneksellik çatısını yıkarken ülkelerin sınırlarını da
yok etmekte, hızlı bir aynılaşma başlatmaktadır. Bu biçime tepkilidir düşünce
üretebilen ve uygucu olmayan insanoğlu. Diğer yandan doğanın da yaşamsal süreci
bozuntuya uğramaktadır hızla.
Kahraman’ın
son resimlerinde bu tepkileşim bize nasıl yansır?
Resimlerinde
öncelikle doğasal bir tepki olabilir. İnsan ve dünyasal yaşama gözdağı
vermektedir canlı doğa. İklim değişiklikleri, doğasal felaketlerin sıkça
yaşanmaya başlaması, sınır tanımaz teknolojik savaşların beraberinde başladıysa
eğer!. Doğayı tekrar yaşanır kılabilmeye bir önerme olarak sap yeşili ve sarı
yeşil (yellow gren-sap gren) kroma arası bir renk girer resimlerine. Yer
kürenin gereksinimi olan doğa-yeşil renk lekesi ile resim yüzeyine acil iniş
yapmaktadır. Buna karşılık yer küreye yerleştirilen yanık kahve (burnt Siena)
renk lekesi ile kurumakta olan doğayı vurgular gibidir adeta. Resim düzleminde
dikkat çekici diğer bir yeni oluşuma göz atacak olursak; yüzeyin teknik
aracılığı ile dokusal etkiye ulaştırılması ve çoğu zaman kahraman
resimlerindeki valör renk (degradelerinin)
geçişlerinin yerini alması. Burada sorulması gereken soru; resim-toprak üzerinden hareketle,
dünyanın doğasal kirliliği ve toplumların kargaşa-keşmekeş (kaos) ortamına
sürüklenmesi midir? Bu etki de bizlerin dikkatini doğa ve üzerinde yaşayan
insan-toplum-politika-savaşlar gibi olgular üzerinde yoğunlaştırmalıdır sanırım..
Öte
yandan kahraman resimlerindeki çadır
imgesinin, mor bir lekeye dönüştüğünü görürüz. Çadır imgesiyle eş tutulan mor
leke, çadır imgesinin yaptığı çağrışımı yani bu göçer hali açılımlayacak
olursak, burada resim alımlayıcısına yaptığı gönderme; toplumları politik
dayatmalarla yöneten büyük güçlerin tepeden kumanda ile
gösterdikleri-belirledikleri yerlerde-sınırlar içinde yaşama zorunluluğunu
vurgulamak üzere yapılandırılmış olabilir.
Son
dönem çalışmalarında gözlemlediğim ve ilk dikkat çekici unsurlar O’nun artık
simgesi olan ve bulut gördüğümüz zaman ekremkahraman’ı
çağrıştıran bulut’ların yavaş yavaş resim yüzeyinin ön planlarına inmesi,
grileşmesi, yok olmasıdır diyebilirim. Adeta ‘’bulutsuz-insansız’’ bir düzleme
geçiş başlamıştır. Neden’dir bu geçiş? Bulutsuzluğun anlamı; Post-Modernite’nin,
insan duygu-düşünce-ilke-imgelem gibi değerlerini nasıl yok ettiğini
vurgulamakla eşgüdümlü tutulabilir. Post-Modernite’nin insan yaşamlarına usulca
sokulması sonrasında popüler kültür aracılığı ile temelinde siyasi dayatmaların
yer aldığı ustaca kurulumların varlığını vurgulatmakla eş anlamlı olabilir. Resimsel
gelişime baktığımızda yüzeyde bulutlara amorf (şekilsiz-biçimsiz) renk lekeleri
eşlik etmektedir. Bu parlak renklerle resim içine alınan amorf lekeler, popüler
kültür im’leri olabilir. Oldukça kalın katmanlarda ve toplumlara sessizce
sokulan dayatmalar aynen gerçek yaşamdaki gibi imge bulut-insan-birey
birlikteliği ile ve küçük küçük formlarda iken, dayatmaların dozu arttıkça
bulut-insan-birey bu ortamda kişisizlikleştirilmekte, uygucu insan biçimine
dönüştürlmekte, silinmekte ve yok
olmaktadır. Bir diğer dikkat çekici durum, bulutların Amorf renk lekelerinin
plastitesi, valör tekniği ile kütlesel ve adeta resmin üzerine
kurulmuş-yapıştırılmış (assemblage) edilmiş izlenimini yaratmaktadır.
Bu
etkiyi güçlendiren diğer bir etki ise, bulutların yer küre üzerine çökmesi ile
insan-birey varlığının küçültülmesi-kimliksizlikleştirmesi olarak da özdeşleştirilebilir.
Tüm bunlara bir tepki olarak çifçi
rolündeki kahraman resminin tam da
orta yerine bir ÇARIK girer. Kahraman
resim-toprak yüzeyine giren ve Küreselleşme
adı ile ülkelerin yapılarını kültürel bozuntuya uğratmaya HAYIR diyen bir ÇARIK.
Ekremkahraman resimlerinde nesnenin, doğanın, insanın,
insansal yaşamın durumu hep bu anlayışla kavranılabilir. Öyle ki; tek bir nesne
böylesi varsıl düşüncelere gönderme yaparken, özneyle nesnenin (eytişimsel
özdekçilik) karşılıklı iletişimi öncelikle psişik yanı tetikler. Bu noktada,
metafizik dışı bir gelişim söz konusudur. Yüceltilmiş her bir eleman ya da
kurgu, idealizmle uyuşmak yerine orayla sürekli olarak çatışırlar. Resimlerde
kurulan felsefe özdeksel bir gelişimi imler. Ve bu durum belki de şöyle açıklanabilir:
“Özdek, kendiliğinden devingen ve gelişkendir” Einstein’ın “özdek, devinim,
zaman ve uzaydan ayrılmaz” savını bizlere bir kez daha hatırlatır.
Bununla birlikte bütün bunlara bağlı olarak, Kahraman
resimlerinde yine de kendini tekrarlama
diye bir kurgudan söz edilebilir mi?
Unutmayalım ki, Kahraman sanat eğitiminden çok daha önceleri
anlağını, ifade etme kültürünü geliştirecek bilgi birikimin sürecini başlatmış
bir kimliktir. Bu uzantıyla seyreden yaşantıda elbette ki, bilgeliğin şaşılası
durumu, kimi kimlikleri açmaza sokabilir. Ancak diğer bir gerçek vardır ki;
Kahraman, kurguladığı düzeni daha baştan evren
olarak belirlemiştir. Bu nedenle de daha başından itibaren her sanatsal
devinimi resimlerindeki her oluşum gibi yeniden yeniden görülmeyen bir başka devinimle
var edilir ya da yok edilir. Bilginin tanıtladığı evren devinimini, yine bu
bilgi ile ilişki içinde olan insanların düşünsel yolla algılamaları
olanaklıdır.
“Çağdaş resimde her şeyi göstermek gibi bir gereklilik
yoktur.” savından hareketle, bu platformda soyut olan da budur. Gerçeklikte var
olan devinim resimsel kurguda var olan tüm elemanların yapılarında da vardır. Dolayısıyla
elbette resimsel bir süreklilikten söz edilebilir.
Sanatçının resimlerinin sorunsalı aynı zamanda felsefenin
de konusudur. Einstein’ın özdekçi diyalektik yönteminde “doğasal, toplumsal ve
bilinçsel bütün olgu ve olayları devinimleri içinde anlamak yöntemidir.”
Bir kayanın atmosferik şartlarla birbirinden ayrışarak
minorolojik yapılara bölünmesi, kütleden zerrelere ayrışması gibi, bir zaman
önce kütleselliği olan amorf yapıdaki bir biçimin çözülen zerrecikleri başka
bir role geçmiştir. Kahraman bu gerçeklikte nesnelliği (özdekleri) biçimsel olarak
aynı kurguda (ev-çadır-ağaç-bulut-geometrik form-boya vb) yapılandırırken,
anlamsal boyutunu; tanımlamaların, kavramsalın, bildik, tanıdık, bir anda
anlaşılabilirliğini ortadan kaldırır. İzlenceye sorgulanabilecek yeni bir yaşantı
sunar. Bu bir anda, yanılsamayı (resimdeki betilerin gerçek dünyadaki nesne ve
gerçek görünümleri) reddeden tavrın içtepisellikle gelişmiş tutumuna uygun
düşmektedir.
Aynı zamanda, yüzeyde evrene ait, ilişkin ve saltık
diyalekt söz konusudur. “Diyalektik anlamı çeşitli ilişkilerle değişen ve
değişecek olduğundan ötürü geçici olan, bu yüzden de temel olmayan ilişkin
(göreli) karşısında; sürekli, sonsuz, sınırsız ve bundan ötürüde temel olanı
dile getirir. Özdek bütün olarak saltık (koşulsuz-mutlak-şartsız) ama onun
sonsuz değişikliklerle beliren biçimleri, ilişkindir (göreceli). Doğasal, toplumsal, bilinçsel her olgu
kendisinde var olan karşıt ve ilişkin karşıtlığının çelişme ve çatışması ile
oluşur-gelişir. Bu oluşma ve gelişme süreklidir.”
Bir sanat yapıtını sanatsal gerçeklere dayandırma biçimi
belki de alışılmışın dışında bir durumdur ama diğer bir durum daha söz
konusudur ki: Ekrem Kahraman,
tanıtlanmış evren biliminde, tüm verileri yeniden adlandırmakta ve
resimlerini normalitenin dışında özerk bir sanatsal yaşam pratiğine ulaştırmaktadır.
Bu noktaya ulaşmak aynı zamanda O’nun, bilgiye, kültür ve ideolojiye bakışının
anahtarı konumundadır. Kodlardaki çeşitlilik, felsefi düşünselliği ile
bilgideki perspektivist oluşumun kapılarını zorlayarak, kendisine ve sanat
alımlayıcısına gelişim sağlamaktadır belki de.
Belki de tüm evrene ya da hayatın özüne…
26 Temmuz 2005, Salı, 25 Ekim 2010, Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder