30 Ocak 2012 Pazartesi

EKREMKAHRAMAN RESİMLERİNDE




Kavramsal Olguların Sanatsal İfadeye Dönüşümü


ARETE SANAT GALERİSİ EkremKahraman Sergi Kitap Yazısı, 
Aralık 2010  


Bir insan düşünün ki; resimlerinde doğayla kendini tümleyen… Bir insan düşünün ki, şiirlerinde, düşüncesinin yüreğine akışını doğaya ulayıp, onunla benzeşen… Bir insan düşünün ki, yazılarında, tüm doğallığı ile olumlu-olumsuz her gelişimin kendi payına düşen kısmını bir bütünde bölüşebilen... Bir insan düşünün ki, tüm bu sanatsal çıkarımlarını resim düzlemine seren… Böyle bir insanı anlamak, O’na açıklık kazandırmak, ifadelendirebilmek çok incelemeyi, derin dünya bilgisini, düşünme-anlama yetisini, had safhada duyarlığı gerekli kılar.

Dolayısıyla, yarattığı ürünlerin durumu da budur. Sanatsal çıkarımları için yaptığınız her yorumlama; birbirini sürükleyen, birbiriyle bağlantılı gelişen, karşıtı olarak kesişen tükenmez bir devinime gebe olarak başlar. Böylece, evrendeki her şeyin insana aitliğindeki ilgisinden hareketle, çoğalan bilgiyle özdeş gelişen anlam ve duygu artımı, insanın doğa karşısında çaresiz kalışına upuygun kılıf hazırlar. Birey, bu kılıfı yırtmak üzere, doldurur kendi imgesine her bir tanımlamayı, yeri geldiğinde kullanmak üzere…
          
Çukurova’ da yaşamış bir insan, iniş çıkışları olmayan bu coğrafyada, önünü-ileriyi- öteleri çok iyi görür. Bu koşulla eğitilir gözü, belleği, yüreği, benliği. Çukurova’nın sonsuz atmosferinde, bir üflese rüzgâr her yeri sarar, doğa aynı anda tozur. Bir birikmiş bulut çözse uçkurunu, aynı anda sel basar Çukurova’yı… aynı anda bereketlenir toprak güneşin ışıklı ateşi ile… Doğasal bir adalet seyreder bu coğrafyada. Tüm bunlardan payına düşeni almıştır ekremkahraman
        

Kahraman’ın ruhu, Yörüklüğünden gelme genlerle oluşmuştur ve bunlarla yönetilir. Durmaksızın dinlenmeksizin sürekli olarak hep verimli yerlere göçer. Bir bakıma resimlerindeki sonsuz sınırsız yüzey, her santimetre kareye göçmek için onun ruhunun denetlenemez bir biçimde çoğalttığı alanlardır sanki!


Gerçek/düşlem, sanat/eylem, düşünce/söylem, O’nun sanatsal çıkarımlarında yalnızca birkaç öğeden birkaçıdır.  Yaşamsal gerçeklik, duygu ve düşsellik, yeniliğe açık bir anlak, geniş dünya görüşü, sanatsal birikimi sağlayan sınırsız gözlem, yaşadığı ülkeye, bireye, topluma, dünya uluslarına ve çağa duyulan sevgi ve sorumluluk duygusu vb ise diğerleridir. O’nun sanatsal edimi, bu entelektüel yapılanmalar ile donanmıştır. Bu donanım onun sanatsal eylemine çok geniş bir alan açar.


Kahraman’ın kendi resimleri üzerine imge yüklü, hülyalı bir savı vardır. O, çiftçidir ve topraklarını eker. Çiftçidir ya! Resimleri; çiftçi/Kahraman, sanatsal sorunsalı; resim/toprak olur ve bunlar da bu topraklar üzerinde yaşayan insanın kendi yarattığı kavramlar ile sosyaliteye bakışı ve tepkileri haline gelir. Bu bir bakıma çağdaş sanatta yeni bir ifade, kavrama-kavratma biçimidir. Yani, çiftçinin üretim-sosyal rolündeki emeğe dayalı edimsellik ile Kahraman’ın kültürel-sosyal rolündeki, sanatın çok boyutlu gelişimindeki ulaşılmazlık, edimsel olarak birbiri ile örtüşür. Resim düzlemindeki sanat oluşumu/gelişimi, tohumu ele alış biçiminden, onu değerlendirme biçimine ulaşan tavırda ve yeni bir canlı yaşamın başlatılması koşullarının bu yaratıma eklenmesi ile gerçekleşir. Tohum da irdelen kavramlar-değerler ve tarihsel gerçekleri oluşturan insanın yarattığı her bir durumun, doğayla uyumu ve uyumsuzlukla gelişen tüm boyutları ve de fiziki gerçekliğin devinimsel halidir.


Kahraman resimlerinin yorumu, her şeyden önce geniş zamana ait fiillerle vurgulanmayı gerekli kılar. Nedenselliği ise; sanatçının yaşama bakışının gerekçesi olan ussal gelişiminin, duygu örüntüsü ile kurduğu diyalogla ilintilidir. Ancak yalnızca bu değildir nedensellikteki etken. Bilinçli bir usun anlak düzeyi onu zamanla ölçümlenen tüm dilimlerde devindirir durur. Bu demektir ki, resimlerinde yer alan her bir obje, onun imgesinde biriken anlamlarla yüklenerek girer resimlerine.
       

Resimlerinde insana ait doğasal örgenlik (organ; insanın duyarlığını-tepki gösterme özelliğini, çevreyle özdek alışverişini sağlayan nedeni oluşturan en küçük birimin bu fenomendeki/görüngüdeki gelişmiş hali), ve olgu (görüntü-olay) örüntüsünü, biçimsellikle uzlaştırılan fantastik öykülendirilmesi gibi olsa da, gerçek dışı yapılandırma aklın, bilimin, gerçekliğini de resimlerin içinde devindirir karşıtı olarak. O, resimlerinde, özdeklere  (doğal cisimler, ağırlığı olan nesne) yüklediği anlamları kendi imgeleminde değişime uğratır. Eş deyişle, anlamsal başkalaşım (metamorfoz) yaratır. Bu da elbette çağdaş sanatta farklı bir aktarım biçimidir, farklı ifadelendirme dilidir. Bu dil gerçeğin gerçeklik olarak bilinen koduna, yeni bir soru gönderir: “Bu, bu-mu’dur sahiden de?” Dünya üzerinde kurulmuş düzen ve dengeye kendi imgelemi aracılığı ile başkalaşım (metamorfoz) uygulanır ve böylece bilinen her şey alt-üst edilir. Bilimsel bilgi, felsefe, sosyoloji, psikoloji, astronomi gibi, insanın kendisini ve doğayı keşfetmesine olanak sağlayan yığılmış bilgilere, hem tanık olan ve hem de kendi ölçüsüyle araştırıp tartışan Kahraman, varsıl imgeleminin kaynağını yine kendinden alır. Kendi yaratma yetisi ile resimlerinde olgusal ilk örnekler (prototipler) özgürce izlenceye açılır.        


Eş deyişle, ekremkahraman resimleri, her dönem kendi içinde doğurgan sonsuz bir kadın gibidir. Canlı üretir, duygu üretir, yeni yaşamlar, düşler üretir. Kendi ektiği her nedensellikle farklı bir boyuta yönelip kıvrılarak çoğalır durur. Kurulan soyut atmosferler ile oraya yerleştirilen nesne elemanlar, görüngünün gerçekliğinden uzaklaştırılır, salt biçime indirgenir.
 

Öte yandan resim içinde yer alan bazı biçimlerin hacimsel kitle oluşumu, zaman ve mekânlara ait yapıları anımsatır; buna bağlı olarak kurguda gizli tutulan mekân oluşumunun varlığını gizemli bir ifadeye dönüştürür. Kahraman imgesinde oluşan anlam çoğalmaları; değişime uğratılan birçok nesnenin, insan görüngüsünün ve olguların yeni kavranılışıyla yaşamsal alanlara, boşluğa, sonsuza, dipsizliğe usulca bırakılışıdır. Kahraman resimlerine girmiş/yaşamış/çıkmış birçok soyut (varlığın zihinsel tasarımı), somut (varlığı duyularla anlaşılan-doğada belirli olarak var olan) ilişkisi kuran görüngüler (anlam-olay-olgu felsefe-fenomen): geometrik biçimlemeler, sorununa ait özneler oluşumu, soyut bir alanı kapsamı içine alan sınırların ve biçimlerin perspektifi, sanatçının o an–zamanlarına ilişkin sorun edindiği nedenlerin, çözüme ulaştırılmaya yönelik seçilen elemanları durumundadırlar. Buradaki her bir oluşum süreli de olabilir süresiz de ya da başlı başına geniş bir süreç (koşullarının bütünlüğü içinde ele alınan gelişme) olarak da yapılanabilir. O an-zaman bütünlüğü durumunda bilimsel açıklaması olan veya bilinen gerçeklikten seçilmiş nesne, çoğu kez psikozlar (sosyal bir sarsıntıya bağlı olarak doğan ruh hali) yüklenerek duygu-düşünce sarmalına sorular gönderir. Seçili özne, anlamca değişime uğrasa da, duyarlı bir yüreğin sessizliğiyle bu ilk örneğin (prototipin) yeni anlamının kabul ve reddi kendinde saklı durumdadır. Ancak yine de kararlı bir tavırla, izleyeni, kendi seçtiği nesnenin 2., 3., 4., 5’inci anlamını algılatmak için kurulmuş olan zaman tünellerinden içeri davet eder. Bu ise, resimlerde gizemli pentür dilinin eşliğinde gerçekleşir. Bu görsel izlence, düşünce zenginliği ile bulmaca çözümü gibidir ve elemanların şifrelendiği bir yüzeydir. Ancak, bulunduğu atmosferin  psişik (ruhsal, duygu) etkisiyle ve  birbirinin içindeki ortak kullanılabilecek harflerin saptanması ile deşifre olabilecektir.

 

Bu şifre aynı zamanda Kahraman ideolojisinin de dilidir, kendi sosyalizasyonunun, yakın-dost ilişkilerinin, zorunlu-kurallı ilişkilerinin de dilidir. Ülke toplumlarının yapısından üreyen her bir kültürel oluşumun, evrenin bütünsel birliğindeki (evreni var eden şeyler) devinimin de dilidir. Genele varan bu örüntüden hareketle, sanatçıda oluşan duyarlı, gözlemci ussallığın evrensele varan sosyo-kültürel dilidir.

         
Bu ve benzeri temalarla gelişen yapıdaki (konstrüksiyondaki) resimleri, yaşamsal her oluşumdaki imlerin kendisinde bıraktığı derin-düşünsel-duygusal uyarılganlığın (çevreden gelen etkileri yansıtma ve bu etkilere tepki) varlığındaki olanaklarla ilgilidir. Ancak tüm bu insansal donanım, tuvallere gizemli bir dille aktarılır. Süje’nin (ressamın) tavrındaki dışa aktarım, yapıtların  ‘yapılmış’  olması için yapma eylemini yadsır.  Resimlerinde henüz kendisinin de çözemediği gizli itiraflar vardır. Zamana salınan ‘giz’ler, yine zaman döngüsünde her şeyi yerli yerine yerleştirecektir ama şu durumda bu istem dışı gelişen ruhsallık, resimsel düzlemin büyüsel etkisiyle varlık gösterir.

Resimlerde bir de, bilinçaltından süzülen yaşanmışlığa dair birikimler sonucu oluşmuş, kurgulanmış  ‘şey’ler, felsefi oluşumlar söz konusudur. Bilginin kavramsal dayatmasıyla birlikte gelişen, beklenen sosyal rollere, statülere karşı duruş tepkileridir bunlar belki de…
        
Bu noktada düzlemdeki tanımlanabilen ‘taş’ nesnesine değinebiliriz. Taşlar belki de sanatçıda büyüklük ve küçüklüğü ile esnekliğini yitirmiş sosyal rollerin göstergesi olabilir. Duyguya yaptığı gönderme, rollerin insan üzerindeki etkisinin her bireyi etkileme düzeyi olarak alınabilir. Işıltıları ise; bu rolde sahip olunan şeylerin insanda yarattığı gurur-onur duygusuyla özdeş tutulabilir. Yine taşların düzlemdeki işlevsel rolü, sınırları belirleyen, savunma-korunma güdüsü ve alanı, bileştiren-ayıran sağlam-güvenli bir zemin,  ayakları yere basan bir tutum ya da kendini güvence altında hissedebilme özlemi, kökleri ilkel insanın korunma amaçlı ilk eyleminin güncel nesnesi olarak da algılanabilir.

Bir başka bağlamdan bakıldığında yine bu taşlar toplumsal bir sosyallikle de örtüştürülebilir. Şöyle ki; resim düzlemindeki taşlar, görünüşte, müziksel etkinin yarattığı ritimle bileşke kuran öğeler (bütünü oluşturan ve bağımsız olarak da var olan) gibi görünüm vermektedirler. Ancak burada rol bireye ait olarak düşünülebilir, hatta toplumla da özdeşleştirilebilir. Bu durumda topluluklardan yükselen tek seslilik ya da çok seslilik aynı zaman aralığına koşutlanabilir. Eş deyişle; her bir öğe bireysel bir oluşum sayılırsa, bu oluşumda birleşen diğer taşların toplumsallığı çağrıştırması, birleşen seslerin durumlara karşı oluşturacağı çokluk etkisine vardırabilir bizi.

Sanatçının bilinç altına yığılmış olan içsel tepkisi belki de şu nedene dayanır: “Toplumdaki pek çok insan davranışı gibi sosyal ilişkilerin temel örüntüleri geniş ölçüde standartlaştırılmış ve rutinleştirilmiştir.” (Sosyoloji nedir, JOSEPH FICHTER,S.108,1997.).

Toplumları var eden grupların, bireylerin birbiri ile gerçekleştirdikleri işlevsel etkileşme: Süreçlerde; sağlam ve insan haklarını, özgürlüklerini koruma ve de kollayıcı bir tavırla gelişmelidir. Bu anlayışta, bireylerin ortak davranış örüntüleri içinde yer alan işbirliği, uyarlanma, özümseme, karşıtlık, rekabet gibi sosyal pozisyonların durağanlaşmış düzeyini, kinetik/dinamik yapıyla yenileştirmeye yönelik ortak bileşke yaratarak yeni bir dünya düzende, bilinçlenmiş davranış örüntülerinin beklentisi olarak görülebilir. Temadaki ‘evrensellik’ olgusu ile ilişkilendirilen bu düşünsel tavır, aynı anda evrensel temel sosyal ilişkileri de içermektedir bu duruma bağlı olarak… 
 
Sanatçının,  sosyolojik yapısallıkta önemle üstünde durduğu, ben; ‘özne’ ve ‘birey’ ile diğer kişi ve grupların toplumsal yapıdaki rolleri, bu şekilde; siyasi, ekonomik, etnik, dini etmenlerle doğal olarak ilişki kurar. Bu düşünsel ve ruhsal çatı, özgür ifade ve davranış örüntülerinin beklentisini yansıtan bir anlayıştır ve bizde bir çeşit uyarılganlık yaratmayı da amaçlayan roldedir belki de bu küme! Taş nesnesine böylesi bir açılım verecek olursak bizi daha birçok oluşuma taşıyan görüngüler yakalamamızı sağlayabilir.

İnsan topluluğu hiçbir döneminde durağan yapıda olmamıştır. O, yapılandırdığı her oluşumu eskiyene değin kullanmıştır. İşte, bunlardan en üretkenlik içinde olanı ‘kültür’ etkinliğidir. İnsanın var ettiği her şeyle organik ilişki içinde olan ‘kültür’, toplulukların her üyesinin olumlu-olumsuz katkıları ile belli yer ve zamana ait tümel bir oluşum olduğu kabul gören bir görüştür.   

Öyleyse taş nesnesi: Toplumların tümünde insan olmanın gerektirdiği koşullar: ‘kültürel örüntüler’ denilen düşünce biçiminde bir toplum bilincinin yaratılmasına dayandırılan bir yapılandırılma olarak da düşünülebilir. Ya da, evrene ait bir gerçeklik olarak, sağlamlığıyla bilinen bu elemanın devimsel süreç içinde zerrelere dönüşeceğini anımsatan bir imleme de sayılabilir. Ya da, teknolojinin gelişmiş olduğu bu çağda, makine gücü ile un-ufak hale getirilebilen taş nesnesi artık eski sağlamlık etkisinden uzaklaştırılmakta ve sanayi devriminin yarattığı etkilere yönelik bir gönderme yapılmaktadır.

Ya da, aşk/sevgi/dostluk/anlaşma/kızgınlık gibi soyut kavramların bizde bıraktığı anlam boyutuna denk düşen ruhsallığımızla da örtüşebilir. Ya da, düşünce üreten, olumlu ışıltılar saçan,  güven duyulabilinen insanların seçkili görünüşü ve sayıca azlığının vurgulandığı bir sahne olarak da alınabilir. Ya da!..  Ya da!.. Bu çeşitlilikte anlam yüklemeleri, insanda ve belki de sanatçıda, bilinçaltı yığılmalarının umuda açılımından öte, insanlığın beklentileriyle ilgilidir.  Bundandır ki, düzlemde yer çekimi kanunları bilinçli bir biçimde ters-yüz olur, edilir. Bu gelişim-ediş ister istemez bizi zaman kavramı ile karşı karşıya getirir.

Her ne kadar algılanan birincil etki, zaman ve mekân olarak doğa içerikli bir düzlem üzerine güdülenen kurgusal betimlemeler olsa da: Ancak burada yapılanan teknik dile bağlı pentürün uygulanışı, ayrıntıya inmeyen bir doğa ve buna paralel gelişen biçimin, çizgi-renk-anlam soyutlamasına olanak tanır.
Bu noktada, belleğimizi kurcalayıp Kahraman’ın sorunsalındaki ‘ayrıntıdan çok bütünle’ kurduğu iletişime yönelebiliriz. Çünkü O, tek bir birey olarak insan fenomenini irdelemek yerine, dünya ile ilişkilendirir temasındaki her bir oluşumu. Buna bağlı olarak ilgisi her sorun ve her nesneye eşit olarak dağılır. Böylece bu istem, mekân kavramının zaman değerlerlerini ayrı ayrı durumlarda hissetmemizi sağlayan etken olabilir.

Zaman ve uzay, insan bilincinin ürünü değildir. “Dünya, insandan önce, zaman ve uzay içinde var olmuştur ve milyarlarca yıldan beri de vardır. İnsan ise;  sadece on binlerce yıldan beri ortada görülmektedir.”  (Felsefe. Orhan Hançerlioğlu, S. 471 1996).
          
Kahraman’ın resimlerinde kullandığı boşluk/sonsuzluk, zaman/toprak bu bilinçten hareketle yapılandırılır. Böylece kurguda yer alan gerçekliğe ilişkin yer/gök/zaman kavramı apaçık reddedilir. “Eyleme dönüşüm (sanatçı), sanal âlemin içine atar kendini, sanat etkinliği böylece yaşama geçer.”

Oysa ki, zaman/mekân, dış dünya gerçekliğini anlamlandırmamızda iki bilişsel boyut sayılır. Düzlemde, çağlar boyu sürekli devinen zaman olgusu; çağ, yıl, ay, hafta, gün, saat, dakika, saniye, salise gibi hız birimi ile dilimlendirilerek, bu birimin her hangi bir anında durdurulabilir, salt kendine ait öznel bir zamana açımlanabilir. Kurguda, her ne kadar merkezden (konstrüksiyonda kurulu denge) yayılan bir devinim var gibi görülse de, yan yoktur, yön yoktur, alt/üst/taban/tavan yoktur. Alışılmışın dışında kendincedir kurulan ortam... Bir bakıma yeni bir ütopyalar âlemidir.
Kahraman imgesindeki anlar bütünlüğü, bilincin denetimine sokulmuş uslamlamayla, duygu katmanlarının içinde devinen bir yapıdadır.  Bu günün ve geleceğin düşünsel tasarımlarında, zaman, aynı bilinç ölçütleri ile gelişir. Ama düşüncenin eyleme dönüşümünün en coşkusal etkinliği;  sürprizlerin, rastlantıların, yeniliklerin yaşamıyla kurduğu zamansallıklarla eşzamanlıdır.  İşte sanatçıda o anların coşkun ruhu ile üretim patlaması yaşanır.  Renkler, olgular, nesneler O’nun imlediği coşkuya katılırlar. Ya da o sırada öylesi bir taşkınlık yaşanır ki, sanki resim içine üflenir nefes nefese; yazınsal tümceler girer açılan her kapıdan. Tek bir söz/sözler/iletiler her yana dağılır. An-zaman birikimi içinde anlamı anlamlı kılan imler olarak asılır düzlemin içine, mekânla-espasla ilişkilendirilir. 
Farklı bir irdeleme ise; zaman-biçim bileşkesinde çağların izdüşümü ironiye dönüşür. Bilinmezliğin sonsuzluğunda, bilinen her bir ulamın  (sözlük: aralarında, herhangi bir bakımdan benzerlik bulunan, kategori = felsefe: sosyoloji, bilim, kimya, fizik gibi bilimlerde kullanılan aynı sözcükler farklı anlamlarda tanımlanır. Tek tek bilimlerde kullanılan o bilimlere özgü kavramları genelleştirir ve onlara genel-felsefi bir anlam kazandırır. Felsefe, sh. 430) yaşam süresine sığmayacak, tekrarlı bir devinime bağlı gelişimle çoğalarak ve farklılaşarak artmasına yetişememenin telaşı ve paradoksu (kökleşmiş inançlara aykırı olan düşünce), atmosferde fırtınalı bir sessizliğe neden olur. İşte bu durum, zaman ve biçim bileşiminin ortama yaydığı ‘zaman paradoksunun öznellik boyutudur. Eylemsel tavır (sanatçı), uluslararası tarih çizgisini bazen olduğu zamana rapteder, bazen ileri-geri ışık hızıyla devindirir. Evrenin devinimindeki bu hız, maddenin, yenileşme, değişme, dönüşmesindeki son halini bilmesi açısından her ne kadar insan olgusunun binlerce yılına dağılan zaman dilimini kapsasa da, bir zamanın bilinmeyeni, yine yenileşen farklılaşan insan olgusuyla, yaşamsal bir durum olarak yaşantıya katılacaktır. Bu bize, resimlerin içindeki doğal değişmeceli (metaforik) durumu düşündürür.

Ne ki, çağların atmosferinde bu gerçeklik, geçmişten bu güne değin bildiği her bir bulgunun-olgunun yeni oluşum hali ekremkahraman’ın bir sonraki-evvelki zamana ait ilgisini de oluşturur. Ve bu anlamda imgeleminde (edinilmiş imgeleri birleştirip kaynaştırma, zihinsel tasarım) biriken düşsellik, yüzeye aktarılan biçimsel-renksel oluşumla birleşir. Olguların birbiri içine geçişi başlar. Her keresinde derinleşen-çoğalan düşüncelerin kendi sahnesinde yarattığı anlamlarla bütünleşir böylece.

Burada sonsuzluğun sonuna iki nokta konulup düşünülmelidir. Böylesi bir kurguda; evreni, kavramları, gerçeklik saydığımız her bir varlığı devindiren yapı, doğal olarak bize yansıma kuramını anımsatır ve bu bilgi kuramını özümsememizi önerir.      
                                    
Bu sessizlik içeren, yalnızlığı imleyen ortamdaki diyalog, zaman-biçim uzlaşımı kurarken, mekânsal formlar, geometrik biçimler, simgeler, geçmiş zaman sanatlarında oluşturulmuş özdekler (doğal cisimler-madde-ağırlığı olan nesne), birinci şahıs olarak kendisi olur yani sanat elemanları olarak resme dâhil edilir.

Kompoze edilen düzlemde milimetre karelere ayrılmış anların bütünlüğü espasta oluşturulan derinlik içinde, çağların dün, bugün, gelecek zamanların sorgusunu başlatacak tümlemeyi sağlar.
Resimlerin yorumuna dâhil edilen özdeksel biçimler yani özdeğin başlıca var olma biçimleri zaman/uzay/devinim’dir. Ünlü fizikçi Albert Einstein’ın, genel ve özel bağıntılık kuramında tanıtladığı gibi bunlardan biri olmasaydı diğeri de olmazdı ilkesinden hareketle gelişip hayali (ütopik) bir yapıya ulaşmış sorunsalı yoruma açmak bir hayli araştırmayı da gerekli kılmaktadır doğal olarak.
            
Jean Paul Sartre: “İnsan özgürlüğe mahkûm edilmiştir. Özgürlük tüm hayatımız boyunca bizi seçim yapmayı zorunlu kılar” demektedir. (Sanat Psikolojisine Giriş, Sıtkı Erinç S.68,1998.)
           
Burada ekremkahraman seçimini yapmıştır. Resimlerinde özgürce bilimi, felsefeyi, psikolojiyi, matematiği, arkeolojik/tarihsel verileri, sosyolojiyi kendi öznelliği ile farklı yorumlara ulaştırır. Zaten yaşamındaki entelektüel duruşu da bunu gerekli kılar.

İlginçtir ki; Kahraman resimlerini çözmek ortalama algı ve anlak düzeyini bir hayli zorlar. Çünkü resim düzleminde çok az ve yalın görsel bir dille giren elemanlar/espas, gerçekte senfoni orkestrasında çalan elemanların kullandığı müzik aletlerinin çeşitliliği gibi farklıdır ve çok seslidir. Anlam zenginliği, olguların tek başına ya da birbirini yeniden yapılandırarak çoğalması ile özdeş tutulurken aynı zamanda oluşuma sanatsal kanılar yükler. Bu uzlaşımda yaşanan çelişki, izleyenin kendi içinde ikilem duymasına, ikirciklenmesine (kararsızlık, duraksama), bağımsızca düşünce üretmesine neden olan asıl tutumu sağlar.
Belirtmek gerekirse: Bir sanatçının sanatsal doğurganlığı, hangi sorunsalı açımlıyorsa tam da o boyutta gelişir. Burada değinmek istediğim durum şudur: ekremkahraman, evreni-evrenseli sorun edinmiştir ve böylelikle asla tükenmeyen her çağda kalıcı olan bir kaynağa ulaşmıştır. Söz konusu olan resimler defalarca yorumlanmış ve birbirine çok da yakın olmayan yorumlarla değerlendirilmiştir.         

Bu nedenle Kahraman resimleri ön tasarım ve gelişim olarak bilimsel bilgi ve felsefi düşünce gelişimi ile bireşim kurarak sanatsal/düşünsel/düşsel/ütopik bir alanda seyir sürer. Bu iletisi, O’nun evrenle zenginleşen, tükenmesi mümkün olmayan oluşumların gelişimidir. Onun yaşamdaki duruşu gereği kendinde var ettiği varsıllıkla örtüşen sanatsal çıkarımlardır yapıtları. Yapıtları tüm gerçekliklere karşıt gelişen kurguda yapılanırken çağdaş sanatın gereklilikleri de yapıtta yerlerini alırlar böylece.

Ama yine de O’nun resimleri yalnızca bu çağa ait değildirler. Çünkü sanatçı, her sanatçıya ait olabilecek sanatsal her bilgiyi özgürce kullanma güveni ve rahatlığı içindedir aynı zamanda. Bu ortam sanatla bilimin yol ayrımıdır açıkçası. Burada yapıtlara, estetik beğenisi, estetik tavrı ve kaygısı gelişmiş, sanatla bütünleşmiş bir süje (ressam) eşlik etmektedir.
  
Ne ki, sanatsal çıkarımdaki biçimler, espas salt objenin algılanmasındaki durum değil, süje’nin nesnel gerçeklik karşısındaki aldığı tavırdır. Bu tavır düşünce yoluyla geliştirilmiştir ve nesnel gerçekliği anlamca değiştirmeye yöneliktir. Soyutlama ve modernizmin yaygın olduğu sanatsal çıkarımların alışıla geldiği çağımızda nesnenin kabul gören verileri O’nun kavrayıcı etkinliğinde öznelleşir. Algılamaları sınırsız bir özgürlük yaşar. Kompozisyonlarında, suretsiz gezinen insanın insan olmasıyla, emek vermeyi öğrenmesiyle başlayan bir öykü de vardır.

Bu arada, resimlerdeki sorunsalı incelemeye yönelmiş olan düşünsel boyutum, tüm nesneler ve kompozisyonlardaki oluşumlar arasında, beni şöyle de bir ‘beyin fırtınasına’ doğru sürüklemektedir: İnsan varlığı; evren içinde, yeryüzünde gelir-geçer bir roldedir. Onun işlevselliği, duygusal-düşünsel-maddesel olarak var ettiği her bir durumu, bu soyut ve somut yapıntıların birbirine eklenerek çoğalan kalıntılarının etkinliğini sürdürmesiyle yaşama geçer. Burada, evren deviniminde varlığını sürdüren insan, bu küçük zerrenin (insan)  kendi içindeki varlığının, gelişim/değişim/dönüşümü acaba, evrene nasıl bir katkıda bulunmaktadır’’ sorusunu aklımıza getirmektedir. Yoksa insan; O, kendi doğasındaki sömürme içtepisi ile evreni de sömür-me-k-te-mi-dir? Öne sürüldüğü gibi gerçekten de insan, evren için iyi ve faydalı bir canlı örgenlik midir? Ya Kahraman resimlerindeki çağ geçişlerini, ülkeleri, sosyo-kültürel yapıları, ekonomik sistemlerin dayatmalarını, toplumsal duruşları, bulut ile im’lenen bir simge ile ta uzaklardan gözlemleyen etkisini nasıl ve ne ile özdeşleyebiliriz?
Evrenin zamansallığında insanın var olmaya başlaması… Bilim, sanat, tarih, psikoloji, arkeoloji, antropoloji gibi birçok uzmanlaşmış alan bilgileriyle sürekli yeniden yeniden anlatılmaya çalışılan insan varlığı… bizler… Biyolojisi ve duygu örgenliği, tez-antitez-sentez sürecini henüz tamamlayamamış ve var olduğu sürece de tamamlayamayacak temel fenomen… İnsanın, ağaçlardan, kayalıklardan inerek elini keşfettiği o ilk an’dan bugüne/geleceğe dayanan zamansal devinim...  İnsanın insan olabilmek için geçip geldiği o zorunlu eğrelti yol… zor yol!.

Neler geçmiştir insandan insana çağlar boyu sürüklenerek ve neler çekip neler yaşamıştır anlamlı kılabilmek için bu, zamanla örgütlenmiş hayatı. Duygusal yaşantımızla katılırsak bu düşünceye; “yaşam, ayrıntıda gizlidir’’. Sevmek sevebilmek her şeyi ne çok özveri ister. İnsan, bir diğer insanı sevebilmek için ne çok nedenler yaratır, ne emekler verir. Kendinden yayılanları duyumsatabilmek için kendinde olmadığını düşündüğümüz ne şaşırtıcı roller üstlenir! Anlama dönüştürebilecek kadar bilgi ve duyarlıkla donatmak kendini ne zordur.

Uygarlıkları nasıl var etmiştir, bu toplumsal devinimde ne roller üstlenmiş, ne ezinçler yaşamış, ne çok savaşmış ne çok uzlaşmış ve ne çok başarılara imza atmıştır. Bilimi, düşünceyi, duyguyu, sosyalliği, sanatı, toplumsallığı, bünyesine dâhil edecek merakı edinebilmek için onu nasıl bir dürtü tetiklemiştir acaba?







İnsanın insan olması, gerçeklik ilkesini bünyesine alması, toplumsal bir bilince ulaşması görüldüğü gibi kendini böylesi bir sıkıntıya sokarak çalışmasıyla/emek vermesiyle başlamıştır. İşte, böyle bir öyküsü olan insanın, geleceği nasıl olmalıdır? Bu seçilmiş bir sanat diliyle nasıl aktarılmalıdır, insansal sürece nasıl katılmalıdır? Şiirin, resmin, düşünce yazınsallığının bireşimini kendi bünyesinde taşıyabilmek için insan, nelerden vazgeçmelidir, ya da daha ne denli gelişmelidir? 
Sanat oluşumunun temel taşlarından biri olan edebiyatın konusu olarak düşündüğümüz insan/doğa/yaşam diğer bilim dallarının da konusudur. Ancak, bu bilim dallarının insana, doğaya, yaşama bakış açısı, incelemesi, ifadelendirmesi farklıdır. Tüm bilimler nasıl incelemelerini birbirinden aldığı verilerle kaynaştırarak geliştirirse, benzer biçimde plastik sanatlarda da durum farklılık göstermez. Bu alanın sanatçısı da, bilimle, edebiyatla, tarih, coğrafya, felsefe, sosyoloji, psikoloji, dil bilimi ile yakından ilişkilidir. Sanatçı, tüm bu insana ait örüntüleri birbiriyle ilişkilendirerek, birbirine ulayarak, harmanlayarak bir sanat dili ve ifadesi oluşturur. Temalarını işlerken ya olduğu gibi yansıtmayı seçer ya da kendince değiştirip dönüştürür,  soyutlamacı bir tavır alır ya da tümüyle soyutlayıp başlangıç niyetine yabancılaştır.  Evren içinde var olmuş insan varlığının günümüzdeki edimselliği kısaca böyle özetlenebilir.






O halde Kahraman sanat dilinde bu oluşum nasıl ifadelendirilmektedir?
Bu öyküde insan fenomeni yadsınmakta ya da bu ortamda bu biçime gereksinim duyulmamaktadır. Çünkü düzlemde geliştirilen kurguya simgesel yapılar eşlik etmektedir. Kavram ve durumları belirleyen bu imlemeler, yazınsal dildeki kodlamalarla eş güdümlüdür. Kodlardaki ipuçları, sanat alımlayıcısının psikolojik, sosyolojik, felsefi, bilimsel ve sanatsal bilgisine dayalı usunu aynı anda tetikler. Yine kodların rolü, sorgulatma zenginliği ile ilişki kurmayı sağlayan öğeler olarak görülebilir. Duygu örgenliğinin iletisi olarak irdelenirse; nihai sonuçta tüm imgeler insanın yalnızlığını kanıtlamak-yadsımak üzere hazırlanmış sanal biçimlerdir. Yalnızlık teriminin algıyla kurulacak iletişim aracıdır. Bu bizi, ben/başkaları, kendisine ve ortamdaki her şeye yabancılaşan birey oluşumuna taşır. Diğer yandan; ben neredeyim, kimler yaşamış-yaşamakta-yaşayacak sorularına götürebilir bizleri.

Elbette ki burada paradoks yaratan tutumlardan söz etmek de olanaklıdır. Her insanın imlediği şeylerin, imgeyle nasıl ve ne biçimde açılımlaşacağı sorunudur düşünceye yollanacak soru. Bu düzlem, insanı, sorgulama ve yeniden yapılandırmaya yönelik itki içinde yüzdürür. Yüzmeyi bilenler, kendisinin ve bu resimsel kurgunun sığlarından kurtarır. Yine kendisini, yapıda var olan derinlere doğru yollar, ufuklara doğru açılır. Açılır ama orada boğulup kalmaz.


Yine, aslında düzlemin tümünü ele geçirmiş olan bu kurguda evren olarak tanımladığımız insana ait bir ortam kurulmuştur ki burada ilkellik/ilkel insanın ve eski uygarlıkların imgeleri görselleştirilmiş, doğanın görkemli-yüceltilmiş yapısıyla insan karşı karşıya getirilmiştir. İlkel  insan, doğa karşısındaki çözümsüzlüğünü mitoloji ve dinsel yapılanma ile örtbas etmektedir. Bilimsel bilgi yoksunluğundan ötürü doğadan korkan insanın trajik durumudur bu...



Kronolojik zamana özgü insansal süreç ise insanın yerinde sayarcasına zor gelişmişliğinin bir belge sunumu olarak değerlendirilebilir. Buna karşın, bilinenin gerçekliği ile bu sorun: bugün-yarın-gelecek zamana özgü uygarlık tablosunda seyreden bir kaygıyla ilişkilendirilebilir. Bu imgelere karşıt olarak gelişen geometrik formlar sanatçıdaki duygunun usavurumunun göstergesidir. Resimlerin içinde devinen bilimsel bulguların dayandığı düşünsel çatı bize, böyle bir sanat çıkarımında, uygarlığın vardığı bu noktada, işte tam da burada, çözümleyici bir rolde geçmiş değerlerin anlamını ve bugünden başlayarak geleceğe ilişkin yapılanmamızın ne-nasıl olacağı konusunda her bir durumu yeniden sorgulatmaya yöneltir enikonu.










Algılanabilen bu türden göndermeler değerlerin gerekliliği ve gereksizliğini savunmak üzere tepki dili oluşturmamıza bir önerme sayılabilir. Ve imge böylece us-düş bireşiminin içyapıdaki çatışık uzlaşımı ile yeniden yapılanmaya koyulur.

Özgürlük! Belki de çok zor değişebilecek ya da asla değişmeyecek, evrenin/insanın/nesnenin kendince imlediği yeni anlamlarını, adlarını tuvallere yayarken yaşanır sanırım. Öyle ya, evrensel bir yasa olarak  ‘oluş’ yeni bir oluşun gerçekliğine götürmez mi bizleri. Neden o ‘şey’ler başka ‘şey’ler olmasın? Ruhundaki özgürlüğü kaydeder resimlerine Kahraman. Kanımca yüzde yüz denilebilecek bir gerçeklik vardır ki sanat: yaşamsal bütünlüğün hayata yansıması, hayatla kucaklaşmasıdır. Anlatılara, göstermelere sığmayacak çokluklarla tanımlanmasıdır. Sanatsal her ürün, tüm unsurları ile yapılandırıldıkça hayat olmayan başka bir hayat kendini var eder. Bu kaçınılmazlığın en büyük zaferidir.

Bir bütünlük olarak Kahraman resimlerinde, renk-biçimle, us-duyguyla, düş-gerçekle uzlaşır, düzleme yayılır. Bilinç, bu altı unsurla usta bir diyalog kurar. Eylem başlar-biter, ürün, ürün verme sürecini yaşayan olguya ait tekrarlı kıpırdanmalarla sürdürür.
Renk skalası uyumlu bir armonidedir ve rengin renk içinde eridiği degradelerle gelişir. Rengin kroması tam anlamıyla özgünleşmiş, kendine aitleşmiştir. Kimi elemanlarda ve düşsel doğa düzleminde, çoğu zaman renk oksidasyona uğratılır. Kimi zaman ise, renk alabildiğince berraktır ve bulut imgesinde ve diğer nesnelerde yapılan çalışma gibi ince bir görsel-düşünsel etüt çalışmasını anımsatır bizlere. Ruhsallık tam tamına bu yapıda egemendir ve ruhsal olarak yarattığı psişik etkiyle düzlem oldukça esrarengiz bir ortama bürünmüştür. Zaman ne akşamdır gerçekte, ne sabah, ne de gün ortası. Ortam, kompozisyonda irdelediği temanın ruhunda yarattığı esintiyle koşuklaşır. Renksel kurguda esinti, serin bir yel gibi soğuk renklerle, Akdeniz meltemleri gibi ılık pastel tonlarla, sevecen/sıcak bir temasın, coşkun bir aşkın şiddeti gibi parıldayan-ışıldayan sıcak renklere döner ya da aynı düzlemde etkilerin biri ya da bir kaçını birden aynı anda birden taşır. Bazen de, korkunç bir fırtınanın akıbetinde kasırgaya dönüşen gün yüzü gibidir renk ve kararır.      

Genelde ufuk çizgisi pusludur. Israrla seçilmiş bir belirsizlik taşır, o yüzden de grileşen ara tonların egemenliğindedir. Bu renksel belirsizlik tıpkı hayatta olduğu gibi bir tedirginlik duygusu uyandırır bizlerde. İnsan yaşamında gerçekten bir ‘son’lanma var mıdır? Ya da hayat sürekli bir biçimde tekrarlı bir devinime zorunlumudur ya da insan düşüncesi neden gün geçtikçe bulanıklaşmaktadır? Hiçbir yaşamın geleceğe dair hiçbir güvencesi yoktur, olamaz da. Çünkü düşüncede ve düşteki ‘şey’ler hızla değişen anlamlar ve durumlar karşısında muğlâk bir zeminde seyretmektedir. Bu devinimsel fakat belli-belirsiz süreç, acaba bünyesinde bilinmeyen daha neler gizlemektedir? Gibi gelinen-bilinen her şeye ilgiyi odaklar. Bu renksel belirsizlik birbirinden farklı daha birçok düşünceyi ve düşü çağrıştırabilir. Resimlerin en belirgin özelliği asla kirlenmeyen, buharlaşmayan renk çalışması ile gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu da sanatçının renk konusundaki derin, ince bilgisini bize yansıtan unsurdur. Sanatçı, yapma sürecinde, birçok resimsel-endüstriyel malzemeyi birbiri ile karıştırarak ya da üst üste deneysel araştırmalar yapmış ve bu çalışmaları resimlerine mal etmiştir. Tüm renklerin ruhsal ifadesinde değişmeyen tek bir unsur vardır ki, resimsel elemanlara kodlanan-odaklanan o resimsel klasik ışık... Işığın resim düzenindeki rolü, çağlar arası gizemli bir yolculuğun varlığıyla koşut gelişimler gösterir. Bu demektir ki, her eleman, aynı zamanda farklı bir döneme ait bulgu olarak da temalandırılabilir. Bu durumda aynı biçimdeki 2-3-5 eleman bir bilinmez merkezden ve yine bilinmez merkezin rast geldiği bir noktada ışırlar. Espasla ışığın ilişkisi ise seçilen alana yerleştirilmesi kütlesel olarak bir ileri bir geri yanılsamasına neden olur ve elemanlara yöneldiğinde biçimi pentürün emici etkisinden kurtarmayı amaçlar.  Işık aslında, O’nun iç duygularının akışındaki sanatsal coşkunun eşitlikçi anlayışı ile örtüşür. Bu nedenle de Kahraman’ın ışıkları özgürdür, samimidir, etkileyicidir, sorgucudur. Anlam bakımından açıklık ve netliğin düzlemdeki en dikkat çekici unsurudur. Eş deyişle, ışık unsuru bu güne kadar alışılagelmiş yapısından uzak, metafizik değerleri de dışlamayan özgün yansımalar olarak kullanılır. İlginç olan şudur ki, Kahraman resimlerinde, ışık da sonuçta bir denge unsurudur. Işıkla beslenen biçimin aynı özne (sanatçı) tarafından yerleştirildiği alansal boyut değişse de, konstrüksiyonu yeniden düzenlemeyi gerekli kılan sorunun bu düzlemde yaşama olasılığı yoktur. Fakat yine de ışık unsuru renk ve biçim dengesinin sağladığı bir avantaj olarak görülmemelidir. Çünkü ışık, her bir biçimsel kurgu gibi bir yan elemandır sonuçta. Yani özneye ait öznel kurgu aracıdır.

Koskoca bir evren düzlemi sanki resimlerin ana teması, esası durumundadır. Bu alan gözlem altına alındığında yer yer doğanın ya da bilimin gerçekliğinin tersine çeviren bir görsellikle karşılaşırız. Düzlemde var edilen evrene ait yer-gök diye tanımladığımız/bildiğimiz soyut/somut biçimlemeye eşlik eden pentür dili, aslında evrende var saydığımız evren yuvarlağına uygun eğri çizgi izleme zorunluluğunu ortadan kaldırır. Güçlü bir derinlik duygusunu algılatan düzlem ilginç bir biçimde resimlerde renksel bir perspektif oluşumu kaygısı taşımadan oluşur. Genel olarak elemanların böyle bir düzleme yerleştiriliş biçimleri de ister istemez farklı bir kurguyu gerekli kılar.

Yani bir bakıma gerçekleştirilen kurgu, resimsel yüzeyi farklı bir yapılanmaya taşıyan en önemli diğer etkendir. Ancak burada dikkatimizi çeken ya da dağıtan, resimsel kurguyu çatıştıran espas, ilk bakıştaki dingin etkisine karşılık, sıkça sözü edilen ‘devingenliği’ aklımıza getirebilir. Gizlenen güçlü dinamizm yüzeyde bu kurgu yapıyla oluşturulur. Evrenle ilgili Einstein’ın teorilerinde savunusu, devimlerin ivmeli olduğunu düşünerek ‘genel bağıntılık’ kuramında devimlerin, çekim gücü yerine ivmeden doğduğunu tanıtladı ve şöyle düşündü: Yuvarlak bir evrende düz bir çizgi izleyerek giden çizgiler yoktur. Devinimler evren yuvarlağına uygun eğri çizgiler izlemek zorundadır. Öyleyse hızları da her an değişir. (Felsefe, İvme, s. 199). İşte tam bu noktada resimlerdeki düzlem, yuvarlak saydığımız evrenin, düz ve yatay gelişimi ile pentüre dökülür, gerçeklikteki devinime karşı, sanatsal bir gönderme dili oluşturulur. Renk, işte burada, bu düzlemde en başat (güçlü-etkili) kimliğini yaşar hale gelir.
        
Yoruma bu noktada ağaç, merdiven, soyut çizgi, köşe, ham boya kitlesi vb imgeleri de eklersek bütün bunlar gerçekte içselleşen bir duygu-bilgi aktarımının göstergesi midir? Yüceltilen duyguların vardığı son nokta, sonsuzlukta bir yerlerde ulaşılan en üst basamak, bilgi, teori, düşünce (yücelme-yüceltilmenin bitimsizliği) midir? Ve gözümüzün seyri, karşıtı olarak bu biriktirilmişliğin-yüceltilmişliğin üst sayılan basamağından sessizce geriye doğru inişe geçen, azalan, yitime uğrayan bir duygu deviniminin içinden geçerek ilerler kaçınılmaz olarak. Yer kürenin ya da yaşamın derinliklerine uzanan bu yalın imgeler yok sayılması istenen her bir soyut-somut ilişkiyi göz önünden bir süreliğine ya da sonsuza kadar bizlerden uzaklaştırmak mıdır? Ya da, var olduğu sayılan başka bir âlemin ipuçlarını bilgece aramak mıdır? Ya da, zaman dolunca ait olduğun yere varmak mıdır? Çağ katmanlarına sessizce dalmak mıdır? Soyut düşüncelere ulaşmak, ütopya ülkesine varmak mıdır? İçe bakışın gereği-sonucu duyguların ilk halini bulmak mıdır? Bu simge imgeler nedir? Neden ‘bura-da’dır’lar sorusundan hareketle, nesnenin biçim-öz-içeriğini bozmak, anlam değişikliği yaratılmasını sağlamak mıdır?
İnsansal yaşamı belirleyen kavramlar, insanın toplumsal rolünü gerçekleştirmesi için kendisinin gereksinimlerine uygun yarattığı olgulardır. Son yüzyıllarda ülkelerin kendi sınırlarını genişletmek ya da siyasi erk’lerini, ekonomilerini güçlendirmek için kullandıkları bir araca dönüşmüştür. Sanayi Devrimini tepkileyen insan ruhsallığının altında yatan etkenler başında, insan emeğine artık en az gerek duyulması yatabilir belki de!. Tüm bu yeni oluşan kavramlar; Modernite, Uygarlık, Teknolojik gelişim, Sanayi Devrimini tepkilerken oluşan Post-Modern yaşam, artık insanları mutluluktan, doğayı yaşanırlıktan uzaklaştırmaktadır. İnsanoğlu insanca yaşayamamasının tepkisini birçok dille dışa vurmaktadır.  Buna bağlı olarak, makineleşen dünyada artık insanın yardımlaşma-destek gibi birbirine gereksinimi kalmaması da sayılabilir. Duygularını, yaşamak istediklerini bir sinemada izleyebilmekte ve dolayısıyla bu özlemlere kendi yaşamında ulaşma amacı da kalmamış olabilir. Telefonlarla, televizyonlarla haber-bilgiye ulaşırken, yoğun iş koşuşturmaları ile boğuşurken ne denli yalnızlaştığının farkına varmayabilir.. Hayalleri, düşleri, ütopyaları, özlemleri, amaçları belki de artık tükenmeye başlamaktadır bu her şeyin hazırlanıp toplumlara sunulduğu dünyada!.. Anlamlar, anlamsızlaştırılmaya başlanmıştır artık. Kültürel yozlaştırma Post-Modernizm, Küresellik başlığı altında yaşayan bir döneme dönüştürülmeye başlanmıştır. Tüm bu çatışık gelişim, bireysellik-kişilik-kimlik olgularını da deforme etmiş ve insan kimlikli olmayı bir diğer insanın haklarını engellemekle oluşturabileceği inancına sürüklenmektedir. Oysaki insanoğlu yaşadığı süreci uygarlığa doğru sürüklerken, gelişim-değişim-dönüşüm ilkelerini kullanarak ilerlemiştir. Bu süreç, insanın, kendi yarattığı olgular üzerinden yeni yeni düşünceler ve kavramlar geliştirmesini de sağlamıştır. Teknolojinin gelişimi, dayatılan politik sistemler ve popüler kültür ile varılan sonuç, insan yaşayış biçimindeki anane ve geleneksellik çatısını yıkarken ülkelerin sınırlarını da yok etmekte, hızlı bir aynılaşma başlatmaktadır. Bu biçime tepkilidir düşünce üretebilen ve uygucu olmayan insanoğlu. Diğer yandan doğanın da yaşamsal süreci bozuntuya uğramaktadır hızla.
Kahraman’ın son resimlerinde bu tepkileşim bize nasıl yansır?  
Resimlerinde öncelikle doğasal bir tepki olabilir. İnsan ve dünyasal yaşama gözdağı vermektedir canlı doğa. İklim değişiklikleri, doğasal felaketlerin sıkça yaşanmaya başlaması, sınır tanımaz teknolojik savaşların beraberinde başladıysa eğer!. Doğayı tekrar yaşanır kılabilmeye bir önerme olarak sap yeşili ve sarı yeşil (yellow gren-sap gren) kroma arası bir renk girer resimlerine. Yer kürenin gereksinimi olan doğa-yeşil renk lekesi ile resim yüzeyine acil iniş yapmaktadır. Buna karşılık yer küreye yerleştirilen yanık kahve (burnt Siena) renk lekesi ile kurumakta olan doğayı vurgular gibidir adeta. Resim düzleminde dikkat çekici diğer bir yeni oluşuma göz atacak olursak; yüzeyin teknik aracılığı ile dokusal etkiye ulaştırılması ve çoğu zaman kahraman resimlerindeki valör renk (degradelerinin)  geçişlerinin yerini alması. Burada sorulması gereken soru; resim-toprak üzerinden hareketle, dünyanın doğasal kirliliği ve toplumların kargaşa-keşmekeş (kaos) ortamına sürüklenmesi midir? Bu etki de bizlerin dikkatini doğa ve üzerinde yaşayan insan-toplum-politika-savaşlar gibi olgular üzerinde yoğunlaştırmalıdır sanırım..
Öte yandan kahraman resimlerindeki çadır imgesinin, mor bir lekeye dönüştüğünü görürüz. Çadır imgesiyle eş tutulan mor leke, çadır imgesinin yaptığı çağrışımı yani bu göçer hali açılımlayacak olursak, burada resim alımlayıcısına yaptığı gönderme; toplumları politik dayatmalarla yöneten büyük güçlerin tepeden kumanda ile gösterdikleri-belirledikleri yerlerde-sınırlar içinde yaşama zorunluluğunu vurgulamak üzere yapılandırılmış olabilir.
Son dönem çalışmalarında gözlemlediğim ve ilk dikkat çekici unsurlar O’nun artık simgesi olan ve bulut gördüğümüz zaman ekremkahraman’ı çağrıştıran bulut’ların yavaş yavaş resim yüzeyinin ön planlarına inmesi, grileşmesi, yok olmasıdır diyebilirim. Adeta ‘’bulutsuz-insansız’’ bir düzleme geçiş başlamıştır. Neden’dir bu geçiş? Bulutsuzluğun anlamı; Post-Modernite’nin, insan duygu-düşünce-ilke-imgelem gibi değerlerini nasıl yok ettiğini vurgulamakla eşgüdümlü tutulabilir. Post-Modernite’nin insan yaşamlarına usulca sokulması sonrasında popüler kültür aracılığı ile temelinde siyasi dayatmaların yer aldığı ustaca kurulumların varlığını vurgulatmakla eş anlamlı olabilir. Resimsel gelişime baktığımızda yüzeyde bulutlara amorf (şekilsiz-biçimsiz) renk lekeleri eşlik etmektedir. Bu parlak renklerle resim içine alınan amorf lekeler, popüler kültür im’leri olabilir. Oldukça kalın katmanlarda ve toplumlara sessizce sokulan dayatmalar aynen gerçek yaşamdaki gibi imge bulut-insan-birey birlikteliği ile ve küçük küçük formlarda iken, dayatmaların dozu arttıkça bulut-insan-birey bu ortamda kişisizlikleştirilmekte, uygucu insan biçimine dönüştürlmekte,  silinmekte ve yok olmaktadır. Bir diğer dikkat çekici durum, bulutların Amorf renk lekelerinin plastitesi, valör tekniği ile kütlesel ve adeta resmin üzerine kurulmuş-yapıştırılmış (assemblage) edilmiş izlenimini yaratmaktadır.
Bu etkiyi güçlendiren diğer bir etki ise, bulutların yer küre üzerine çökmesi ile insan-birey varlığının küçültülmesi-kimliksizlikleştirmesi olarak da özdeşleştirilebilir. Tüm bunlara bir tepki olarak çifçi rolündeki kahraman resminin tam da orta yerine bir ÇARIK girer. Kahraman resim-toprak yüzeyine giren ve Küreselleşme adı ile ülkelerin yapılarını kültürel bozuntuya uğratmaya HAYIR diyen bir ÇARIK.  
Ekremkahraman resimlerinde nesnenin, doğanın, insanın, insansal yaşamın durumu hep bu anlayışla kavranılabilir. Öyle ki; tek bir nesne böylesi varsıl düşüncelere gönderme yaparken, özneyle nesnenin (eytişimsel özdekçilik) karşılıklı iletişimi öncelikle psişik yanı tetikler. Bu noktada, metafizik dışı bir gelişim söz konusudur. Yüceltilmiş her bir eleman ya da kurgu, idealizmle uyuşmak yerine orayla sürekli olarak çatışırlar. Resimlerde kurulan felsefe özdeksel bir gelişimi imler. Ve bu durum belki de şöyle açıklanabilir: “Özdek, kendiliğinden devingen ve gelişkendir” Einstein’ın “özdek, devinim, zaman ve uzaydan ayrılmaz” savını bizlere bir kez daha hatırlatır.
Bununla birlikte bütün bunlara bağlı olarak, Kahraman resimlerinde yine de kendini tekrarlama diye bir kurgudan söz edilebilir mi?
Unutmayalım ki, Kahraman sanat eğitiminden çok daha önceleri anlağını, ifade etme kültürünü geliştirecek bilgi birikimin sürecini başlatmış bir kimliktir. Bu uzantıyla seyreden yaşantıda elbette ki, bilgeliğin şaşılası durumu, kimi kimlikleri açmaza sokabilir. Ancak diğer bir gerçek vardır ki; Kahraman, kurguladığı düzeni daha baştan evren olarak belirlemiştir. Bu nedenle de daha başından itibaren her sanatsal devinimi resimlerindeki her oluşum gibi yeniden yeniden görülmeyen bir başka devinimle var edilir ya da yok edilir. Bilginin tanıtladığı evren devinimini, yine bu bilgi ile ilişki içinde olan insanların düşünsel yolla algılamaları olanaklıdır.
“Çağdaş resimde her şeyi göstermek gibi bir gereklilik yoktur.” savından hareketle, bu platformda soyut olan da budur. Gerçeklikte var olan devinim resimsel kurguda var olan tüm elemanların yapılarında da vardır. Dolayısıyla elbette resimsel bir süreklilikten söz edilebilir.
Sanatçının resimlerinin sorunsalı aynı zamanda felsefenin de konusudur. Einstein’ın özdekçi diyalektik yönteminde “doğasal, toplumsal ve bilinçsel bütün olgu ve olayları devinimleri içinde anlamak yöntemidir.”
Bir kayanın atmosferik şartlarla birbirinden ayrışarak minorolojik yapılara bölünmesi, kütleden zerrelere ayrışması gibi, bir zaman önce kütleselliği olan amorf yapıdaki bir biçimin çözülen zerrecikleri başka bir role geçmiştir. Kahraman bu gerçeklikte nesnelliği (özdekleri) biçimsel olarak aynı kurguda (ev-çadır-ağaç-bulut-geometrik form-boya vb) yapılandırırken, anlamsal boyutunu; tanımlamaların, kavramsalın, bildik, tanıdık, bir anda anlaşılabilirliğini ortadan kaldırır. İzlenceye sorgulanabilecek yeni bir yaşantı sunar. Bu bir anda, yanılsamayı (resimdeki betilerin gerçek dünyadaki nesne ve gerçek görünümleri) reddeden tavrın içtepisellikle gelişmiş tutumuna uygun düşmektedir.
Aynı zamanda, yüzeyde evrene ait, ilişkin ve saltık diyalekt söz konusudur. “Diyalektik anlamı çeşitli ilişkilerle değişen ve değişecek olduğundan ötürü geçici olan, bu yüzden de temel olmayan ilişkin (göreli) karşısında; sürekli, sonsuz, sınırsız ve bundan ötürüde temel olanı dile getirir. Özdek bütün olarak saltık (koşulsuz-mutlak-şartsız) ama onun sonsuz değişikliklerle beliren biçimleri, ilişkindir (göreceli).  Doğasal, toplumsal, bilinçsel her olgu kendisinde var olan karşıt ve ilişkin karşıtlığının çelişme ve çatışması ile oluşur-gelişir. Bu oluşma ve gelişme süreklidir.”
Bir sanat yapıtını sanatsal gerçeklere dayandırma biçimi belki de alışılmışın dışında bir durumdur ama diğer bir durum daha söz konusudur ki: Ekrem Kahraman,  tanıtlanmış evren biliminde, tüm verileri yeniden adlandırmakta ve resimlerini normalitenin dışında özerk bir sanatsal yaşam pratiğine ulaştırmaktadır. Bu noktaya ulaşmak aynı zamanda O’nun, bilgiye, kültür ve ideolojiye bakışının anahtarı konumundadır. Kodlardaki çeşitlilik, felsefi düşünselliği ile bilgideki perspektivist oluşumun kapılarını zorlayarak, kendisine ve sanat alımlayıcısına gelişim sağlamaktadır belki de. 
Belki de tüm evrene ya da hayatın özüne…
           
Belgin Balanoğlu Alagöz
26 Temmuz 2005, Salı, 25 Ekim 2010, Pazartesi

Toplumsal Gelişim Ve Sanat Bölüm 5 KOLAJART Bağımsız Aylık Sanat Dergisinde yayınlanmıştır. 15/03/2020 Modern Çağa ait gelişmeler...