23 Haziran 2012 Cumartesi

MUTA-MORFOZ KENT’LER


 Murat Germen

rh+ artmagazine Sayı: 87 Şubat 2012 yayınlanmıştır.

Mutasyon ve Metamorfoz’ un
Kentsel Yapı Üzerindeki Etkisine Göndermeler
Bir şehrin değişiminde rol oynayan etkenler, O ülkenin Sosyal/Siyasal/Kültürel/Ekonomik yapısı ile yakından ilintilidir. Kaldı ki, hız çağına eriştiğimiz bir dönemde ‘değişim’ yaşanmadan varılan nokta çoğu kez ‘dönüşüm’ olarak gözlenmekte. Germen’ in incelemeye aldığı bu şehirlerin yapısı, ‘Muta-Morfoz’ (Mutasyon/Metamorfoz) serisinin isim olarak açılımı tam da bu noktada kesişmekte. Sanatçı bu serisinde çalışmasına uygunluk içindeki bu iki kavramı birleştirerek fotoğraflarında konu ettiği kompozisyonları soru işaretleri, ünlemler, paraflar, virgül ve kullanılan tüm dilbilgisi noktalamaları ile kullanmakta bana göre. Sorguya ve yoruma açık, hicivle ve eleştiriyle bakışa daha açık. Bilinir ki, sanatçı, eserlerini üretirken kimin ne düşünce üreteceğinden yola çıkmaz. Kendi sorunsalından yola çıkar ve sanat ürünü artık binlerce yoruma açık geniş bir perspektifte yaşamına devam eder. Bir eserin sanat ürünü olması için yaşaması gereken süreç de budur, olması gereken de budur.


Hiç şüphe yok ki muhteşem bir görsel şölen ile sanat ortamına dahil olan Muta-Morfoz serisinin estetik ve sorgulayan yanı izleyenlere, kendi bakışları ile çok ‘şey’ ler düşündürtmeye devam edecektir. 
Murat Germen, fotoğraflarındaki reel’ den beslenen ve ama sürreal etkiye dönüşen ve sanki düzenlenmiş bir etki yaratan bu fotoğraflar, sıradanlaşan günlük görsel bakışımıza dikkat çekmekte. Sanatçı böyle bir amaç ile yola çıkmış olmasa da fotoğrafın belgeleyici özelliği belleğimizin arşivinden daha sarihtir. Dışardan, uzak ya da yakından topyekûn görmemizi sağlar. Diğer bir değişle böylesine birleştirilmiş fotoğrafları üreten sanatçı ve dolayısıyla alımlayıcı/izleyen 3.göz durumundadır.


İnsan olma edimimize bağladığımız yaşam gerçekliğimiz olan değerler, referans olma noktasından hızla uzaklaşırken, öznel ve nesnel boyutlarda kısalmalar içine giriyor-girmekte-dir. İnsansal yaşamın düzeneğini oluşturan ve insanın toplumsal yaşamı var edişindeki inşası, topyekûn soyut-somut unsurlar içeren ‘Geleceği Biçimlendirmek’ teması ile belirlenmiştir tarihler boyu. Yeni Dünya Düzeni içinde Popülizmin yarattığı ‘Kavram Sahteciliği’, kavramların kendi içinde ‘Karşıtların Birliği ve Çatışması’ ilkesini de (Herakleitos) hatırlatmakta bize… 

Murat Germen, aldığı eğitimler ve sanatçı kimliği ile ürettiği eserlerinde, sanat’a farklı bir boyutta farklı söylemlerle katılıyor. Kent tasvirlerinde tanık olunan betimlemeler, çeşitli ülkelerin çeşitli kentlerinde, günübirlik yaşamların yer aldığı alanlar, sanatçı tarafından analitik gözleme dayanan ve ama sanatsal görüş ile raptedilen an’lar olarak giriyor kadraja. Ne ki, zaten Germen,  kent tasvirleri analizinde, doğup büyüdüğü/yaşadığı şehrin çok kültürlü doğasından beslendiğini ve sanat alımlayıcısının/izleyicisinin yaşadığı Kent’e ait anılarını dürtüleyen bir şeyler görmek istediğini de biliyor. Ve böylece içsel tepileri ile herbir biriken bilgi eşliğinde Kent Tasvirleri serisi de giriyor sanat kariyerine.  


Germen fotoğraflarındaki, İçiçe geçmiş yaşamlara özdeş, içiçe geçmiş mekânların kritiğine bakacak olursak; ikili zıtlaşımları biraraya getirmenin özündeki eleştirel bakışı ve paradoksal iletiyi yadsıyamayız. İnsan, yapılandırdığı sosyal evrimin içini ne ile doldurduğunu, neden boşaltıp niteliksiz içeriklerle doldurduğunu ve toplumlara pompaladığı sorunu ise küresel boyutta incelenmeyi gerekli kılıyor kanımca!  Zira kültürel ve tarihsel yapının, bulunduğu coğrafyaya aitliğinden uzaklaşmak, tüm ülkeleri değişik zamanlarda etkisi altına alıyor. Tarihsel yapısı örselenen her şehir, yanılsama yaratır bizde. Burası, ‘bu şehir değil’, ‘Hayal Kent’ etkisindedir, İstanbul fotoğrafı Meta-Morfoz’ da algıladığımız. Tüm bozuntuları Yeni Çağ dönüşümü ile örtüştürmek doğru bir olasılık olabilir mi? Ya da Çağ Kırılmaları diyebilir miyiz? Tüm bu haller içinde, kent dokusundaki eski eserlerin talanını modern yönelim ile bile düşünecek olursak; günlük yaşamdaki dışavurumların simgesel dile dönüşümü büyük olasılıkla öze dönme ile ilintili olacaktır.



Post-modern yaşam biçimi ve Siyasi Yönelimler her ne kadar Zamanın Dönüştürülmesine ve Coğrafyalardaki Kültürlerin ve Mekân-Doğa’nın tahrifine olanak yaratıyor görülseler de, sağlıklı bir özne, ansal geçişlerle yaşamını kurgulamayacaktır, öz’ den beslenerek yaşamsal olguları seçecektir.




İstanbul anakent’ inde (metropolünde) yaşayan her sınıftan insan ve bu şehrin kocaman şişkin yüreğini oluşturan çarpık yapılar, sanatçıya göre şehrin geleceğe yönelik sorunlarla savaşmasında bağışıklık oluşturan bir yapı. Geçmiş ile gelecek arasında sıkışmış olmasına karşın… 

Muta-Morfoz serisini incelemeye başlarken, Sosyolojik, Siyasal, Ekonomik, Antropolojik araştırma istemi uyandırdı bende. Ve böylesi bir şehirde yaşantı kuran insanların yaşadığı psikozlar, paradokslar!. Bir yandan üst üste yığılmış binalar, Osmanlı Minyatürlerindeki eşzamanlı yaşamların tasvir anlatımını çağrıştırırken öte yandan kışkırtıcı bir biçimde tarihler boyu medeniyetleri kucaklamış bu toprakların altındaki geçmiş yaşamların ruhunun tütmesini izledim.  Modernliğin, Post Moderniteye uzanan kısa yolculuğunda katlettiği ‘’İdeolojilerin Tükenişi, Evrensel Değerlerin Çöküşü, Tarihin Çöküşü’’ gibi birçok norm’ un, aynı ‘Hayal Kent’in’ siluetinden geçişini izledim, diyebilirim.



İnsan, doğal olarak toprağın altındaki kültürlere yabancı bir kitledir ve aynı kitle tarafından yeniden yapılanan Modern Yönelim içinde olan bir kitledir. Aynı zamanda, Yerel’ den Küresele uzanan gündelik gerçeklikler ile yaşayandır. Kentlerin olumsuz, çarpık gelişimini destekleyen Alt Kültür/Üst Kültürün somut verileri, şehirleri oluşturan binaların birbiriyle uyumsuzluğu gibi bir benzeşim içindedir. Yerellik ve Evrensellik arasında bocalama sürecinde sıkı sıkıya birbirine bağlıdır.




Bir Kent’te, panoramik bakış ile yakalanan onlarca görüntüyü yakın çekim gibi izlemeye başladığınızda, sokakların, evlerin, İş Merkezlerinin ruhları da konuşmaya başlar sizinle. Yaşamın içinde ve yaşamsal tüm bileşenlerin yarattığı dinamiklerin, sessiz gelişimi ile güç savaşına dönüşen bu akıştaki süreçler, kimi zaman trajik kimi zaman trajikomik durumlara tanıklık ettirir bizi. O kadar olağandır ki hız çağındaki bu değişim, durumları ya olduğu gibi kabul edersiniz ya da tam düşünürken yeni bir durumun sentezine başlarsınız. Ancak, bu çarpık değişim yerinde durmaz ve yoluna devam eder. 







İşte tam da burada, Germen imgeleminde yığılan hayata dair her bir görsel ve düşünsel bilgi birbirini tetiklerken, makinesinin deklanşörü de kendisine eşlik etmekte ve bizleri bir dolu sorguyla başbaşa bırakan imgeler bileşimini sunmaktadır. Şimdi artık fotoğraflarda görülen her mekânın niteliği, ilk anda birbirinden farklı-aynı filmlerin parçası (fragmanı) durumundadır. Fotoğraf öyle bir etkidedir ki gözünüzü kısıp baktığınızda yerinde olması-olmaması gereken parçaları ‘pazl’ gibi yerleştirmek istemi ile dürtülenirsiniz. 





Murat Germen’in Muta-Morfoz serisinde yer alan İstanbul fotoğrafı, yalnızca binalardaki zıtlaşımı değil bu mimaride yaşayan insanı ve ruhunu da öyküselleştirir bize. Sanatçının kadrajında yer alan şehir yapılanmalarındaki göndermeler, Kent Mimarisinin Kent dokusuna taban tabana zıt gelişimini görselleştirirken, eş zamanlı olarak söyleme dönüşüyor. Çığlık atan gecekondulardan yükselen varoş yerleşkeleri ile birlikte, yine aynı alana yerleşmeye uğraşan plazaların henüz yerine oturuşamayan durumuna ve diplerde yaşanan kültürel yapının yanında yer alırken sanki plazaların da ora’ya aitlik savaşı verdiğine tanıklık ettirmekte belki de! Sanatçının diğer çalışmaları arasında yer alan dünyanın birçok şehrine ait yaptığı benzer çalışmaları da her kentin kendi ruhunu yansıtan birer belge niteliği taşımakta.

Germen Muta-Morfoz serisinde kendi dikkatini çeken kesyap (kolaj) görünümünü aynı kadrajda birleştirip alımlama ve algıya geniş bir izlence sınırsız bir anlak sunmakta. Ve tabii sorgulamaya açık binlerce pencere…

Şimdi, bu atmosferde eğrelti olan plazalar mıdır, yoksa sığ kalan varoşlar mı?

Hangi alan özgürce varlığını ortaya koymakta, kabule yollanmaktadır?

Hangisi bu Kent’e ait yapılanmadır? Plazaların görkemli yapısı mı, varoşların vurdumduymaz duruşları mı?

Her iki kültürün, birbirini ötelemeden birlikte yaşamaya devam edişi mi?

Gerçek yaşamda birbirlerini reddetmeyişi ve ama aynı zamanda birbirlerinden taban tabana zıt yaşamlar sürerken birbirlerini kabulleri ve yine içselleşen birbirinden farklı düşünsel-duygusal, kırgınlık, ego dürtmeleri mi?

Öyle ya! Bir yanda ‘Modern Peri Masalı’ güncesi diğer yanda çok yorgun insanların belki bezgin ve alçak gönüllü yaşamlarının güncesi…

Germen’in çeşitli planlardan oluşan Kaotik şehirleri, yeniden düzenlenmeyi beklese de sanatçı tarafından bir önerme değildir ve alımlayıcı tarafından da bir önerme olarak algılanmaz. Burada insanı ikirciklendiren bir durum vardır ama izleyen tarafından belki de bilinçaltına itilir. Daha sonra şehrin karmaşasının (kaosunun) yarattığı bir söyleşide kullanılmak üzere. Sanatçı, tarihsel dokunun korunmasından yola çıkarken, planlı bir şehir yapılanmasından uzak olan kentleri, kendi dili ile estetize ederek, bakmak-görmek istemediğimiz biçimleri keyifli bir sorguyla izlenir kılar ve gizlice-apaçık ironi yaratır.




Germen, Mimari kariyerine zıt bir tavırla sanatsal söylemini yollamaktadır algılara. Bu söylemde şehir planlama sorunsalına yer vermez. Çünkü varolan gerçekliğin izini sürerken sanatsal kaygılarla gezmektedir tüm şehir sokaklarında. Sorunsalı çözüm üretmek/sorun dillendirmek değil, sanatçı duyarlılığı ile apaçık iyi/güzel/yanlış/doğru’ ya bir ünlem koymaktır.  
Yine aynı duyarlılıkla göç dalgaları ile kaotik bir çehreye bürünmüş anakentlerin (metropollerin), şehirlerin izlerini sürmeye devam etmektedir. Sıkça karşısına çıkan Plaza/Varoş ikilisinin dramatik yapısından yola çıkarken, bu somut ikilemin insan düşünce ve ruhsallığında yarattığı ve ama farkına varılmadan yaşanan ‘an’ görüntülerinin derin izlerine de vurgu yapmaktadır.

Sanatçının fotoğrafındaki herbir kadrajı ayrı bir öyküyü gizliyor aslında. Hatta denilebilir ki fotograftaki her mekânın kendi yaşanırlığını dikkate alırsak, yüzbinlerce yaşam öyküsünün biraz sonra oynamak üzere dondurulmuş film şeridindeki bekleyiş sürelerine denk düşüyor. Bir kent örüntüsündeki kurulan sosyalizasyonun sözsel anlatımı uzun, bu zıtlaşım içinde sessizce kavga eden mimarinin yeniden yapılanması daha uzun. Tüm bu görüntüler, günlük hayatımızdaki sıradan izler olsa da, anakentlerdeki hızlı değişimin sürekli ve çarpıklaşan yüzüdür. Ve yine aslında, sanatçının, ‘’yeniyi reddetmemek’’  kadar bir reddedişi vardır ki, ‘’eskiyi yok etmek’’. 



Modern yapılanma, ait edildiği alan için doğru bir öğütleme (referans) olabilmekte midir? Yapısal yerleşimler arasındaki uçurumun, kültür ve yaşam pratiklerini de im’ lemiş olur böylece. Sanatçı, ait olduğu şehirde bir gezgin durumundadır. Şehirlerde adeta ‘görmedim-duymadım-konuşmadım’’ oynanmaktadır topluca. Adeta, huzursuzluğun içinden, ince ince sızan huzuru bozmak kaygısı egemendir tüm kentlere. Belki de hepsi kendi içlerinde, şehirlerinin ruhu gibi zıtlıklarla doludur, belki de benzeşim bu noktada başlar! Kısacası bu körleşmenin, yargıdan öte, onaylamanın egemenliğinde olduğunu başat olarak düşündürtebilir bize. Fotografın içine girip gezintiye başlandığında şimdiki zaman karşılar bizi ve gelecek zamana doğru yola çıkarsınız. Oysaki kentin ruhu ayaklarınızın altındadır. Sayısız katmanlarda gizlenmiş medeniyet izleri, sandığa kaldırılmış ve herşeyi ile şehirlerin altındaki dehlizlere terk edilmiştir adeta! Bir de getirim (rant) kazanan tarihi binaların sözde kaderine terkedilişi! 




Yatay genişleyerek şehrin il sınırlarını zorlayan bu şehirlerin bir de dikey uzantıları vardır. Bu dikey örüntü, toprak altında kalan ve çoğu kez toprak üstünde yeniden varolan medeniyetten farklı olan ruhu taşırlar. Çünkü artık yüzeyde gökyüzüne uzanan plazaların medeniyeti başlamıştır. İnsanlar topraktan çok uzaklaşmışlardır ve ilişki böyle bir anlamda da anlamını farklılaştırmıştır. Belki de uyumsuzluk ve çelişki tam da buradadır. Kaçınılmaz öteki-leşme vardır dün-bugün-gelecek yapıları arasında. Geçmişten uzanan tarihi dokuyu öteleyen bugünün sıradan yapıları, varoşlar, plazalar… İnsanların öteki-leştirme ruhu mimariye de bulaşır baskın güç olarak. Genel olarak göçlerin getirdiği birbirinden farklı kültürler, yaşam pratikleri doğar bu kentlerde. Belirli binlerce nedenle yerlerinden yurtlarından kopup gelmişler için yeni biçimler oluşturulur ki, bu oluşum toprak altındaki saklı kültürlerin yeni sürümü olarak çıkartılmış ve topluma sunulmuş bozuk bir biçimdir!. Bu kültürlerin birbirinden farklı yaşam pratikleri, yaşam gerçekliğine dönüşür,  yapıları ile kendi yaşantılarını kurar. İşte çok renklilik de böylece kol gezer şehir ruhunda.



Varoş kültürünün yoksun ve dramatik yaşantısı, yüzlerce yöreden gelen gelenekleri ile kendi mekânlarını, değerlerini ve siyasi/ekonomik/eğitimsel/sosyolojik/ideolojik unsurlarını yine kendi içinde harmanlayarak yeni bir renge, ses’e, yeni bir yaşam pratiğine ulaşırken kendi içinde kapanık bir yaşam düzeneğine dönüşür. Her tür yoksunluk içinde yaşayan baskıcı toplumlarda, meramını anlatabilmek için ‘hiciv’ ile cevaplar verilmiştir. Arabesk, varoş kültürünün dram ile dolu yaşantısının soyut dillendirilmesinin özetidir. Öykü ifade dili ise gerçek yaşamları…  



Bir de iki kültür arasında kalmış insan Tema’ları vardır ki, onlar, sanki sürreal bir ruhla yaşarlar. İki tarafa gider gelirler, tanışıklıkları vardır, iletişimleri vardır. Sanki toplumun taşıyıcı gövdesidir onlar. İki ayrı kanatta uçan kültürün taşıyıcı aktörlerinden oluşan üçlü şehri sarar sarmalar.




Tıpkı, sanatçının İstanbul fotograflarında Gündüz ve Gece etkisindeki farklılıklar gibi farklı etkiler ile yaşama karışırlar. İstanbul’ da yaşayan herbir kişi ‘İstanbul Geceleri’ tanımına çok aşinadır. Geceleri tuhaf bir etkiye bürünür İstanbul. Telaşı farklılaşır, insanı farklılaşır, çehresi farklılaşır, sorunu, çözümü, kaygısı farklılaşır. Işıltılar, meşum karanlıklar el eledir, içinde her rengin olduğu bu şehir gizemli ve romantiktir, mutludur. Ağlayanlar, mutsuzlar, yoksunluklar bir kenara çekilmiştir, gece koynunda saklamıştır sabah sobelenmek üzere.  Bu şehir geceleri herşeye inat gündüzün tüm görevdeşliğini (sinerjisini) gecenin karanlığı ve ışıltılarıyla kendi içine çeker. 


Modernite çağının her türlü görsel yığıntısı gibi o yere ait olmayan her tür binanın çatırtısını ve bir kentin patlamak üzere olduğunu yollar algılara Murat Germen’ in Muta-Morfoz serisi. Fotograflardaki dikkat çeken diğer bir durum ise, yeşil alanların bir ganimet unsuru gibi binalar tarafından hızla ele geçirilişidir. Bunca sıkıştırılmış binalar, gözden kaçan-kaçmayan bir ögenin varlığını-yokluğunu vurgular; ‘’KAMUSAL ALANLAR’’! 



Mimari, bir ülkenin, bir toplumun hayatı kavrayış, üretiş ve tüketişinden yansıyan bir aynadır. Kentsel gelişim çok kültürlü ülkelerde/şehirlerde, değişim ve dönüşümünü yaşarken, tarihsel örüntüsüne, doğal çevresine uyumlu bir paralellik içinde gelişmedikçe zorunluluğa dönüşen bu yapılanma, sıkıştırılmış mekânlardan, üst üste yığılmış-yarı yıkılmış izlenimini veren bir Kent görüntüsünden öteye gitmeyecektir.

İşte Murat Germen’in Muta-Morfoz serisindeki Kent Tasvirleri; bir şehir yaşantısında olağan görünen gelişimleri, kavramları ile birlikte olgusal olarak irdelememizi sağlar. Bir de Şehir Planlaması gerçeğini!


11.01.2012 İstanbul

Belgin Balanoğlu Alagöz       

Toplumsal Gelişim Ve Sanat Bölüm 5 KOLAJART Bağımsız Aylık Sanat Dergisinde yayınlanmıştır. 15/03/2020 Modern Çağa ait gelişmeler...