7 Mart 2020 Cumartesi






Toplumsal Gelişim Ve Sanat
Bölüm 5

KOLAJART Bağımsız Aylık Sanat Dergisinde yayınlanmıştır. 15/03/2020

Modern Çağa ait gelişmeler ve sanat anlayışı olan Teknoloji Çağı ve Aydınlanma felsefesinin toplumları etkilemesi ve kabul görmesi bir hayli zaman almıştır. Alışılmış sanat ve eski eserlerin estetiği, somut görüntülerde direnme, eskiye bağlılık, gelenekselcilik, yeniliği kabul etmeyen insanlarca korunmaya çalışılmıştır.

Modern Sanata sıcak bakmayan ülkeler; Hitler Almanya'sı, Sovyet Rusya ve bu ülkelerin denetimde tuttuğu Doğu Bloku ülkelerdir. Buralarda yaşayan sanatçılar ülkelerinden atılmışlar ya da sanatsal etkinliklerine yasaklar konulmuştur.

Bu rejimler için sanat, devlet için propaganda yapan bir unsur özelliği taşır. Asla insanların içsel ifadesi olamaz. Çünkü orada bireysellik yoktur. Modern Sanata yakıştırılan tanımlamalar ise; dini devletten uzaklaştırarak Laik anlayıştan dinsizliğe geçiş, anlaşılmayan, manasız, çirkin, tahrip edici, barbarca, karmaşık, formsuz, bununla birlikte biçimci, çocukça, hasta, sıkıcı, hümanizma karşıtı gibi söylemlerdir.

Jugendstil(1), Kübizm ve Mondrian Neo-Plastizmi mimarlık ve iç mimarlıkta etkin bir yapı yaratmıştır. 20. yy dünya toplumlarının insansal, kavramsal tüm değerlerini yeniden biçimlendirmiştir. Endüstriyel gelişim dünya görüşünün, insan yaşamının, dünya politikalarının değişmesini sağlamıştır.

Birbirlerine paralel gelişen tüm bu dönüşmüş ya da yeni oluşumlar sanatçıların çalışmalarına da yansımıştır. Bilim dünyasında atomun parçalanma problemi yaşanırken, plastik sanatlarda da objeyi parçalama eğilimi içinde girilmiştir. Bu çağda sanatçının toplumsal olgulardan etkilenmesi, yüzyılın ekonomik savaşları, krizler, sosyal sarsıntılar ve bunun sonucunda Materyalizme olan güven duygusunun azalması olarak görmek ortak bir karardır.

Bu hızlı değişim ve dönüşümler insanları iç huzursuzluğuna sürüklemiş, kişilikleri tehdit eden durum da ortaya çıkmıştır. Materyalizmin neden olduğu huzursuzluk ve endişe duygusu, belirsizleşen yaşam dizgesi sanatçıların tepkiselliği ile bütünleşip sanat ürünlerine yansımıştır. Objeler resim düzleminde parçalanıp yok edilmiştir. Bozulmamış doğa ve endüstrinin bozamadığı insanı arayan Gaugin Tahiti'ye gidip resim yapması bu tepkiye örnek olarak gösterilebilir.

Kübistler ve Empresyonistler, objenin gerçek formunu reddeden soyutlamaları ile Materyalizme tepkilerini kendi oluşturdukları sanat dilleri ile ifade etmişlerdir.
Endüstri çağı köklü bir gelişimi sağlarken ümitsiz yarınları, gereksinimlerle biçimlendirilmiş kentleri ve otomat yapıdaki insanları da yaşamın içine katmıştır. Bundandır ki, Endüstri çağı insanı yılgın ve yorgundur ve bu düzende kişilikten yoksunlaşmış, birbirinin benzeri insanlar yapılandırılmıştır.

Bu çağ üretimlerini sosyolojik yapıya zıtlaşım içinde oluşturmuştur. Eşyalar ne kadar parlak ve kusursuz ise sanatçının yaptığı eseri bir o kadar ilkel, kaba, insan elinin izlerini taşır. Karışık kent yaşamına karşın mimari sade, ayrıntısız, huzur vericidir. Karışıklık içinde yaşayan insanın dekorasyonu gürültüyü, kafa karmaşasını önleyen dinlendirici, sade, sakin renklerle dekore edilerek biçimlendirilir. İnsanlar artık tatilleri uygarlıktan uzak, ilkel yörelerin keşfine yönelirler. Bu kendileri ile baş başa olmaya doğru bir kaçıştır belki de! Belki de 'yalnızlaşan insanın' başlangıç noktasıdır. Çünkü artık kişisel zevkler ve seçimlerin kalmadığı bu çağda, aynı anda tüm insanlar bir olguya takılıp, kabullenip aynı anda ondan uzaklaşan bir yapı içine girmişlerdir.

Atık tüm davranışlar aynılaşmıştır ve otomasyon başlamıştır. Ortak edinimlerin bu kadar kabul görüp reddedilmesi hiçbir çağda görülmemiştir. Sanatçı duyarlılığı bu oluşuma tepkilidir ve kendi içinde oluşturduğu kendi dünyasında yaşar. Gerçekliği ve gerçek rengi terk etmesi, kendine ait biçim ve renk dünyasını araması bu belirsizleşen ve kayganlaşan yine kendi duyarlığına göre muğlak çağ ile denk gidiştedir.

Ancak bu çağ sanatı, tüm oluşum ve değerleri hızla tüketen insanlara ve onların sıkça yaşamak istedikleri farklı heyecanlara cevap verir boyuttadır da (niteliktedir de) aynı zamanda!
Endüstri çağının sanat akımlarına bir göz atmamız gerekirse; Empresyonizm, Ekspresyonizm, Kübizm, Orfizm, Nabiler, Fütüristler, Sürrealistler, Konstrüktivistler.

Hızla değişen ve gelişen bu sanatsal süreçte sanatçıları bir sanat akımına, bir gruba ait düşünmek mümkün değildir. Çünkü bu dönemim değişim gösteren tüm sanatçıları bir anlayıştan diğerine geçebiliyor y da birkaç sanat dilini, anlayışını bir arada yürütebiliyorlardı. Örneğin, Picasso; Ekspresyonizm, Kübizm, Neo Realizm, Sürrealizm gibi dönemler yaşamıştır. Sanatsal hareketlilik çağın hızlı değişiminden etkilenen sanatçının kendisine bir yol saptama çabası olarak görülebilir. Denilebilir ki, sanatta modernleşme serüvenlerle doludur. Modernleşme sürecini başlatan ve sürdüren sanatçıların birçoğu toplumsal hayatın sosyolojik, siyasi, felsefi, ekonomik yapısı ile iç içe yaşamışlardır.

Bu sanatçılar; Jean Arp, Pablo Picasso, Georges Braque, Henri Matisse, Fernand Leger, Piet Mondrian, Vasiliy Kandinskiy, Paul Klee, Salvador Dali, Kazimir Maleviç, Claude Monet.

Uzun yaşamları boyunca süregiden etkinlikleri ile sanata açılımlar sunmuşlardır.
Bilinçaltının karanlık dünyasını açan Yves Tanguy, Mark Ernst, Salvador Dali, Giorgio de Chirico, Rene Magritte, Philip Guston resimlerini psikanalist yaklaşımlarla, gerilim içinde yaşayan çağ insanının yaşadığı bunalımları yansıtıcı bir yapıda odaklamışlardır.
Mondrian'ın en belirgin sanat dili oran ve denge üzerine kuruludur. Bu anlayış; içeriksiz ve salt biçimsel denemeler olarak algılanmamalıdır. Sanatçı özgün yapıda, kendi kimliğine özdeş bir yapıyı (konstrüksiyonu) resimlerinde dener. Renk ve biçimle kurduğu denge düşünsel ve etik değerlerle özdeşleşir, biçim ve rengin arasında uyum yaratma çabası ile birleşir. Buradaki arayışlar güven, barış, açıklık ve sadeliğin istemidir. Ayrıca evrensel hümanizmanın da istemidir aynı zamanda. Bu çalışmalarda amaçlanan insanı kendi dar dünyasından uzaklaştırma, korku ve kader ögelerini reddedip aşkın bir yapıda evrensele ulaşmaktır.
Görüldüğü gibi Süprematizm (yaratıcılık) çağı, nesnelerden uzaklaşıp yokluk ve hiçlik?in göz ardı edilmediği bir anlayışla kalıplardan uzaklaşarak özgürleşmeye erişmektir. Bu felsefe ve tepkilerle çalışan sanatçıların evrene ve evrensele açılma, bağımsızlaşma, kendini belirleme dönemidir bu dönem. Bu dönemin sanatçılarından 20 yy bitimine kadar süregelen anlayışların yeni bir yüzyılda nasıl bir tanımlama ile Sanat Tarihine geçeceği tüm tarihsel dönüşümlerde olduğu gibi 21. Yüzyıl sonlarında belirlenecek olabilir.
Her bir insana ait tek bir olgunun bile uzun süreçleri etkileyen bir yapıdan kaynaklandığını görmekteyiz.

Yaşamı bir bütün olarak değerlendirmek gerekirse, bir insan yaşamındaki tüm oluşumları çözebilmek, net bağlantılar oluşturabilmek olanaklı gibi görülmüyor bana. Bu bağlamda düşünürsek, bir insanın bir sanatçının bir toplumun, dünya toplumlarının tümünün açıklaması, değerlendirilmesi, tanımlanması, gerçekliği ve geçerliliği üzerine derin şüpheler duymaktayım. Bir de tarihe mal olmak üzere tüm bunları yazan ve oluşturan insan ise?
Belgin Balanoğlu Alagöz©

(1)Jugendstil: Art Nouveau akımının Almanca konuşulan ülkelerde söylenen biçimidir, 1896 yılında Georg Hirth'in çıkardığı bir dergi olan Jugen?den ?Gençlik? ismini almıştır.
Otto Wagner, Gustav Klimt ve Josef Hoffman gibi ünlü mimarlar Jugendstil çalışmalar yapmışlardır.)

9 Şubat 2020 Pazar

TOPLUMSAL GELİŞİM VE SANAT BÖLÜM 4




16, 17 ve 18. yüzyıllarda Batı’nın sanatsal gelişimiyle birlikte Osmanlı’dan başlayan sanatsal gelişimimizi aynı paralellikte sunmaya çalışıyorum. Bu yazı dizisinin; sanatta çağdaşlaşmaya giden sürecini eş zamanlı bir dizgede aktarırken, sanat tarihine ilişkin karşılaştırmalı bilgilerde varmak istediğim sonuç şudur: Türk ve Batı Sanatının gelişiminde, Türk Sanatının 1950’li yıllardan sonra hızlı ve üretken yapısı ile Batı’yı yakalayıp, Amerika ve Batı’da kendini kabul ettirmesidir.
Açıklamak isterim ki bu yazı dizisi Sanat Tarihinin incelenmesi ve anlatılması bağlamında daraltılmış bir yazıdır. Bu dönem içine giren sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel durumlar ve sanatın tüm boyutu; edebiyat, mimarlık ve diğer sanatlar çok az işlenerek geçilmiştir. Resim sanatında ise adı geçen sanatçılar ve oluşumlar, sanat içinde ilk başlangıçları belirleyen bir yapıdan kaynaklı olarak incelemeye girerler.
YARATICI SANAT
Sanatta “gerçeklik” tohumunu eken 19. yüzyıl yazarları sonrasında Zola, Balzac, Dostoyevski bu olguyu doruğa eriştirmiştir. Ancak Endüstri Çağının bilinçlenen toplumu sanatta ‘yansıtıcılığın’ gereksizliğini kavrayacak, geleceğe yön verici bir tavır içine gireceklerdir. Bununla birlikte toplumsal sorunları yönlendirici düşüncede oluşturulan Kavramsal Sanatın yaşamı oluşturan ve onu biçimlendiren yapısını benimseyeceklerdir. Soyut sanat bu süreçte en üretken başlangıcını birçok sanatçının birlikte ürettiği yapıtlarla kendini kabul görür duruma getirecektir. Daha sonrasında somut sanata geçiş başlar. Endüstri Çağında evrensel insanlık anlayışının, Hümanizma’nın, toplumsal yaşam hakkının geliştirildiği bir dönem başlamıştır. Bu çağ insanının kavuştuğu tüm haklar ve yaratılan kültür anlayışına paralel gelişen düşünce yapısı Rönesans’tan bu çağa kadar süren değerler dünyasını alt üst etmiştir. Fransız İhtilali’nden sonra bireyin düşüncelerini uygulayabildiği toplumsal düzende yine birey topluma karşı duyduğu sorumluluk duygusunu toplumdan alır. Aynı tavrı sanatçılar sanat dili ve yapıtları ile eylemsel bir tavır olarak toplum katmanları ile buluşturur.
Düşünce; oluşturucu ve yapıcı boyutunun gelişimi ile bu çağ insanın düş gücünü, yaratıcılığını, olası dünyalar tasarlayıp gerçekleşmesini sağlar. Hayal gücü ve yeni oluşumlar yaratma etkinliği, çağın düşüncede geliştirip uyguladığı iki önemli kıstas olmuştur.
Endüstri Çağı’nda gelişen teknik oluşum, insanın doğadan kopmasını da beraberinde getirir. Bununla birlikte artık insan, bireyselden toplumsala dönüşen, dünyasal bir yaşam üslubunu tasarlayan, biçimlendiren, düşünen, konuşan, haklarının bilincine varmış bir anlayışla hareket eder. Burada en önemli edim, sanatçıların sanat anlayışlarını dönüştürmeleri olmuştur. Artık 19. yüzyılın başına buyruk sanatçısının yerini toplumsal sorunlara çözüm getirmek için sanat dili harekete geçiren kolektif bir yaratıcılık almıştır. Çünkü Endüstri Çağı, yalnızca bölge kültür tarihinde değil insanlık tarihinde de yeni bir sürecin başlangıcı olmuştur. Bu durum ise sanatsal bir devrim boyutu taşır.
1919’da Bauhaus’un kurulması, sanatta yeni bir eğitim sürecinin de başlangıcı olmuştur. Okulun kurucusu W. Gropius’un gerçekleştirmek istediği ideal, “Büyük Yapı Der Grosse Bau’’ diye tanımladığı kurgusal tasarımların geleceğin endüstri çekirdeğini oluşturacağına inancıdır. Bu okulda her meslekten insanın, kolektif çalışma içine girerek ortak bir yapı oluşturması söz konusudur.
Ancak kolektivizm, bireyi yok etmeyi değil tam aksine sanatçının bireyselliğindeki dar sınırları aşarak yaratıcı özgürlüğe ulaşmasını amaçlamaktadır. Paul Klee 1921-23 yılları içinde verdiği derslerde “Olası Dünyalar’’ kavramını geliştirmek için,  gördükleri her bir nesneyi yeni biçimlerle yinelemelerini öğretiyordu öğrencilerine.
Kısacası 20. yüzyıl sanatı insan fenomenine (görüngü-olgu) yeni bir düşünce sistemi aşılıyordu. 20. yüzyıl sanatının şekillendiği yıllar 1910-1930 arası dönemlerdir. Bu kısa süreçte çok hızlı ve yoğun bir etkinlik yaratılmıştır. Bu oluşuma Picasso, Le Corbusier, Mondrian, Gropius ve bazı sanatçılar öncülük etmişlerdir. Turizm bu çağ sanatının dönüm noktası olmuştur ve Natüralist Sanat yerini Soyut Sanat dönemine bırakmıştır. Soyut Sanat yaratma özgürlüğü ile biçim kazanırken Paul Klee şöyle diyordu: “Bu sanat görüneni vermiyor, düşünceyi görselleştiriyor.”
Soyut Sanat üslubunu uygulayan sanatçılar, evrensel insanlık kavramına toplumsal bir boyut kazandırarak gelecek kuşaklara öncülük etmişlerdir. Bu durum Endüstri Çağı insanının yaşam biçimini de belirleyen bir işlevsellik rolünü beraberinde getirmiştir. Sanat artık yaşama karışmıştır ve DE Stijil Grubu’nun, Dadaist’lerin, Bauhaus sanatçılarının, Konstrüktivistlerin bu yeni yaşama biçimine katkı sağlayan büyük hareketler oluşturmasında etkin gücü olmuştur. 20. yüzyılın bitiminde yaşamımızda seyreden tüm olgular, yine 20. yüzyılın ilk çeyreğinde oluşturulan sanatsal hareketlerin sonucudur. Ancak Endüstri Çağının teknik gelişimi pek çok sorgulamayı da beraberinde getirmiştir.



Willi-Baumeister,Bild-T21
Tekniğin gelişimi, insanlara uygar, konforlu ve iletişim yönünden yakınlaştıran, uzaklaştıran bir yaşam öngörürken; yarınlarda yaşayacak insanların duygu iletişimi ve tekniğin getirdiği makineleşen bir yapıyı nasıl kurgulayıp insanca yaşayacakları sorgusunu da beraberinde getirmektedir. 21. yüzyıl tüm kavramların değişimine ve dönüşümüne açık bir yüzyıl olmasıyla yüzleşmiştir zaten 20. yüzyıl sonunda. Bu bağlamda yaşam biçimleri, ülkelerin sosyokültürel yapısı, düşünce felsefesi, ekonomi gibi sanatsal ve insansal tüm edimlerinin de farklılaşması olanaklıdır artık. 

http://kolajart.com/wp/2020/01/25/belgin-balanoglu-alagoz-toplumsal-gelisim-ve-sanat-4/

Toplumsal Gelişim Ve Sanat Bölüm 5 KOLAJART Bağımsız Aylık Sanat Dergisinde yayınlanmıştır. 15/03/2020 Modern Çağa ait gelişmeler...