30 Aralık 2014 Salı

KULAKLARINI TIKA ÇAĞDAŞ İNSAN

 



Yaşamsal Döngü-2, 100x100 cm, tukt. 2006, Belgin Alagöz 



KULAKLARINI TIKA ÇAĞDAŞ İNSAN 


Modernliğin evrensel boyuta ulaştırdığını savunan düşüncelerle ve gerek Modernliğin ülkeler, halklar içine yayıldığı savından yola çıkan düşünce sistemi oluşturan ve bu konuda yeni teoriler üretenler, gerekse Modernizmin, Postmodernizme devşirildiğini savunan düşüncelerin olduğu bir çağda, yaşamaktayız. Aydınlanma çağının batıya bakışımızdaki iyimserliği ve 'Batıcılık' kavramının başlamasına temel oluşturması yadsınamaz bir gerçeklik olmalı sanırım. 


Tüm bu, Batı ya da Çağdaş/Modern gibi kavramlar, büyük güçler tarafından ülkelere bölüştürülmeye başlarken, öz kültür, gelenekçilik gibi ülkelerin kendilerine ait varoluş süreçlerinde de dış ve iç çatışmalar yaratabilmektedir. Evrensel olarak kabul edip benimseyeceğimiz pek çok değeri, kavramı, insansal duyarlıkları yadsımak mümkün değilse de küreselleşmenin dayattığı birçok güvensizlik, risk unsuru taşıyan ontolojik kaygı, zaman/uzam/kültürlerden hoşnutsuz olmayan halklar için kabul veya ret unsuru taşımaktadır hala. Bir de buna zaten toplumun iç dinamiklerinde varolan, Süreklilik İlkesi ve Değişim İlkesini de ekleyince istenen kargaşa elbette ki istenen sonuca daha hızla ulaşmayı sağlamaktadır. 



Modernliğin getirdiği unsurlardan biri özgürlük kavramı iken, bu kavram yalnızca güç odaklı ülkelerin kendi ülke halkının kullanma hakkı haline getirilmiştir. Tüm bu siyasi modeller gelişirken, geçmişte yaşanan 'Barbar Sömürü' olgusu da Modernleşmiş ve çeşitli stratejilerle beslenerek 'Emperyalizm' kılıfına bürünmüştür. Modernliği, kendi kültürlerine uyarlayarak gelişim süreçleri yaşamak, insanlık tarihinde ilkel insandan bu yana başlamış bir süreçken, şimdilerde modernlik ile başlayan ve aslında siyasi bir tavra dönüşen 'Popülizm', Emperyalist ülkelerin en sık kullandığı bir strateji durumundadır artık.  

Modernliğin dört temel kurumsal boyutu, aralarındaki ilişki bağlamında şöyle çalışır; 

Kapitalizm: Rekabetçi emek, ürün piyasaları bağlamında sermaye birikimi, ekonominin siyasetten yalıtılması halidir.
Gözetleme: Yükselen modernlikte başlayan örgütlenmenin, tarihsel gelişiminde kapitalizm ile içiçe geçen Ulus-Devletin gözetimini ve dolayısı ile denetimini sağlayan bir rol üstlenir.  

Askeri İktidar: Ülke bütünde sivil öncelik (inisiyatif) ile göreceli bir uzaklıkta destek içindir. Askeri güç, teorik olarak 'Dış Devletlere' karşı ülkeyi koruma amacıyla durur. 


Endüstriyalizm: Askeri güç ile doğrudan ilişkilidir. Örneğin: Savaş Endüstrisi; Endüstrileri gelişmiş ülkelerin kendi varlıklarını koruma amaçlı kullandıkları strateji, Endüstriyalizm ile Kapitalizm ilişkisinden söz etmek olanaklıdır. 

Belki de en önemlisi; Endüstriyalizm, insanın doğasından kopuşunun da başlangıcıdır. Ve aynı zamanda, doğanın çeşitli kaprislerini çekmek zorunluluğunun da sonudur. Endüstriyalizm, yapay çevre gelişimi olgusunu başlatmıştır ve dolayı ile 'yaratılmış' bir çevrede yaşar durumundadır halk. Bu şöyle bir sonuç yaratır; Toplumlar, belirlenmiş, koşullanmış zaman dilimleri içinde, belirlenmiş, koşullanmış yaşam biçimleri yaşar hale getirilmek gibi bir sonuç içine girerler. Kendi alt ve üst kültürlerini yaşamadan hızlı bir devim içine girmek demektir bu! 

Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz: Toplumsal davranışlar, konuşma, yazma, yeme-içme alışkanlıkları, görsel zevk, haz anlayışı, iletişim, ilişkiler, kurumsal işleyişler, müzik, sanat, yaşam biçimleri, eğlence anlayışı, ananelere bağlı birçok olgu, kendini, dünyayı algılama biçimindeki hızlı değişim.. Tüm bunlar, toplumların yaşantılarının yaşanmışlığı sonunda kabul ve redde bağlı yığılan ve süzülen ortak kabul formlarıdır. Toplumların, kendilerine özgü hayat 'Hayat Modelleri' vardır. Bu birçok etken sonucunda ortaya çıkar, her toplumun, coğrafya, iklim, genetik, duygulanım gibi fiziksel Antropoloji alanına giren her bir farklılığımız, uygulanmaya çalışılan şablon yaşam biçimlerine uyum sorununu da beraberinde getirmektedir.  


Devletlerin, tarihsel gelişim sürecinde var ettikleri kimlikleri vardır. Ulusların kendi sınırlarındaki tarihsel gelişimde, inançları, soyut değerleri, algıları ile besledikleri kendi kültürleri vardır. Kültürler, biyolojik katılımlarla değil, dil aracılığı ile öğrenilir ve yaşatılır. Kaldı ki, aynı toplumun paylaştığı kültür ve gelenekler birbirinden uzak bölgeler ve yörelerde, ufak farklar dışında aynılık içindedirler. Kültür, toplumların birbirlerini anlamalarını, o kültüre ait davranış biçimlerini belirleyen ortak bir dildir. Kültür, toplumların kendi varlıklarını korumalarını sağlar ve sosyal gruplar bu oluşumu sağlamlaştırır. İnsanın, toplumların tümü ile aynılaşmış kültürlerde yaşama olasılığı yoktur. Alt bilinç ve genler, bu yapıyı reddeder. Buna bir örnek vermek gerekirse; arılar ve karıncaların sosyal örgütlenmesi gösterilebilir. Bu düzen bozulduğunda, sonuçları ne olur sorgusu, insanlık için de geçerlidir. 


Dünya güçleri, bir yandan tekelleşmeye çalışırken, diğer yandan yasalara ve adalete dayalı 'Demokrasi' gibi bir düzenin öncülüğünü yapar görünerek, ikiyüzlü tavırlarıyla geri bıraktırılmış ülkeler üzerinden oyunlar oynamaktadırlar. Sonuç olarak, ülkelerin kültürlerini, 'Kültür Emperyalizmi' sistematiği ile mutasyona uğratmaktadırlar. Bu, yeniçağın, doğru sistemi olarak kabul edilemez. Kültürel ve sosyal dinamikleri bozuntuya uğrayan ulusal ve yerel toplumda olaylar ve biçimler esner. 


Küreselleşme, tam da bu esnemeyi taban alır. Kendi kültürüne yabancılaşmayı sağlayan popüler kültür, yine bu noktada işlevine başlar ve yer kürede biçimlendirilmiş kültürlerle birlikte şebekeleştirilir. Küreselleşmedeki nihai sonuç, Ulusçuluğu törpülemektir. Küreselleşmenin toplumlar üzerinde çatışma ve ayrım gibi bir rolü vardır ve büyük güçler bu süreçte yanyanalık içindedirler. Ulusların yüzyıllarca oluşturdukları kültürler, neden bugün iğreti, bayağı, yoz, düzensiz, beğeniden uzak bir yapıya dönüştüğünü sorgulamak gerekir. Halk Kültürünün neden bağnazlaştırılıp, aşındırılmaya, yok olmaya doğru yol aldığını sorgulamak gerekir. Kabul gören; Uygarlığın Antik Yunandan başlayıp, Batı ile yaşadığını kabul etmek doğru bir sav olmamalı. Çağdaş Uygarlık formuna erişmek, kendi öz kültürünle, gelenekleriyle gerçekleşebilir. Ne ki, uygulanması gerekenler; Yöntemler sorununa çözümler üretmektir. 


Toplumların yapısı, insana, doğaya, ülke gelişiminin sağlanmasında temel olan eğitim, sanayi, siyaset, soyut/somut kuramlar gibi birçok etkenin diyalektik ilişkisini doğru yapılandırmak ve yaşama geçirmekle korunur. 

Zira her insanın ait olduğu kültürel yapı, genler aracılığı ile değil dil aracılığı ile kuşaktan kuşağa yayılır. Sosyal devinim, Marx söyleminde, 'değişme-gelişme, değişme-gerilme' gibi etkenlerin sürekliliği ile üretim ekonomisine dayanır. Toplumsal yapının varlığı ve yaşam biçimi yine üretim biçimi ile ilgilidir. Tüm bu birbirine bağlı, sıkı sıkıya gelişen toplumsal biçim, düşünce, anlayış, beğeni, zevk, inanç, dünyayı algılama, öz kimlik vs.. gibi kişi kavramında varolan değerleri oluşturur. Kabuller ve tepkiler; ırk, tarih, fiziki ortam, inanç miraslarında biriken sosyokültürel verilerden beslenir. 

İşte bu noktada sanatın rolü başlar ve sanatçı, yaşadığı izlediği durumlar karşısında geliştirdiği düşünceleri sanat dili ile yine kendine ait özgün bir sanat ifadesine dönüştürür ve tepki olarak kendi sosyal akımını başlatır. Popüler Kültür ve Emperyalizm etkisinde kalınarak yapılan sanat eserinin sürekliliği de popülist süreçler kadardır!!  


Belgin Balanoğlu Alagöz 23.12.2014 İstanbul 




Zaman-Boşluk-Değerler,  'KadınınYaşamsal Hali',  80x80 cm. tukt. 2006.  Belgin Alagöz 


2 Ekim 2014 Perşembe

ZORBA’NIN, BAĞ KÜTÜKLERİYLE SİRTAKİSİ


RH SANAT (İstanbul) Haziran-Ağustos 2011
KONKORT (Konya) Eylül 2011
TURUNÇ SANAT (Adana) Eylül-Ekim) 2011


                        ZORBA’NIN, BAĞ KÜTÜKLERİYLE SİRTAKİSİ
İnsanlık, tarihler boyu yaşadıkları bölgelerde kültürler oluşturmuşlar ve göçler, savaşlarla yer değiştirmişlerdir. Böylesi bir döngüde kültürlerini bir yerden bir yere taşımışlar ve birbirleri ile farkında olmadan kaynaşmışlardır.
İşte böyle bir insansal tarih ile karşı karşıyayız ve bir yeni devimle karşımızda Karadana.
Sanatçı duyarlılığı ve avangart tavrı ile Sirtaki, Bağ Kütükleri ve Zorba üçleminden yola çıkan Karadana, bu kez iki benzer kültürü imgesinde birleştirerek porselen tabaklarda resmetmektedir. Üç kavramın birbirinden farklı gibi duran ama anlamca insansal duygu ve davranışlarını içeren toplumsal tepkilerin söylemleri ile baş başa bırakmakta şimdi bizi.


Karadana resimlerinde sıkça rastladığımız ‘Bağ Kütükleri’ temalarını anımsayacak olursak; Bağ Kütükleri; Karadana için insan hiyerarşisi ile özdeşleştirilir. Yüklediği bu anlamda, insanın yaşam içinde varoluş-yok oluş öyküsü vardır. Tek başınalık, birliktelik vardır. İnsana, doğaya karşı savaşı, barışı, uyumu ve uyumsuzluğu vardır. Tek bir Bağ Kütüğü’nden çıkan sayısız davranış tepkileri ve kabullerini evrensele yayar. Toprak ve insanın birbirine olan bağımlılığını mevsimlerin döngüsel devinimiyle yeşeren-üreyen, kuruyan biçimleri ile eşleştirir. Yaşam ve Ölümün, tekrar tekrar dirilişin direncini gönderir adeta. Kültürler de böyle değil’midir?


Sirtaki ile ilgili bilgilere göz atacak olursak; bir şeylere tepkinin, direnmenin, başkaldırının, coşkunun dansıdır. İçinde avarelik vardır, karasevdanın çaresizlikle narası vardır, sürgün düşlerin kor umutları vardır, koy vermişlikle başlayan yeniden ayağa kalkmalar vardır. Bundandır ki; dans, ağır müzik ritmi ile ve ağır Hasapiko ile başlar daha sonra hızlanan müzik ve sertleşen Hasaposerviko ritmi ile sürer. Dans eden kişi dik duruşta ve bağımsızdır. Genellikle gecenin geç saatlerinde başlar Yunan folklorik dansı ve esnek figürlerin oluşturduğu ritimle sürerken, başrolde olan ayak-bacaklardır. Çökme, zıplama, ayakları sertçe vurma gibi ifadelerle sanki yeni doğan güne yenilenen güç ile başlama iradesi egemendir. Grileşen yaşamların eğlenceye dönüştürülerek hayatla baş edebilme direncinin, tekrar yeni bir gün ile yitirdiği pek çok şey’e yeniden başlamak edimidir. Bağ Kütüklerinin mevsim sonunda budanıp baharda yeniden filizlenmesinin öyküsüyle benzeştirilir sanatçı imgesinde. Bir sanatçının sanatsal yaşamı da böyle değimlidir?



Dansın son noktası olan kırılan tabaklar, insanın içinde biriken olumlu olumsuz duyguların boşalmasına neden olurken, belki de Karadana’yı en çok etkileyen ve resimlerini 33 cm . çapındaki tabaklara hazırlayarak kırması-birbiri ile tekrar ilişki kurmak üzere yapıştırması yeniden varedişin bir başka yorumu olabilir. Yaşamsal dinamizmin diyalektik ilişkisi sanatsal ifadesi ve teknik diliyle böylece tekrar başlar sanatçı için. Karadana’nın daha önceki çalışmalarında, ayna ve fosfor ile alışılagelmiş resim düzleminin iki boyutunu bozma çabaları, tabaklar üzerine yaptığı resimleri kırmak sureti ile de farklı bir boyuta ulaşır ve bizleri yine farklı bir boyutta düşünmeye zorlar. Kırılan, bozulan ve yeniden başlayan her şeyin yaşama karşı kararlı ve biteviye mücadeleci duruşu vardır bu tavrın içinde.



Tüm bu yaşam ağırlıkları ve insana yüklenen büyük sorumluluklar insanı belki de daha güçlü olmaya itmekte ve sınırı olmayan bir güç egemenliğini gerekli kılmakta günümüzde. İnsanın insanla savaşı, insanın kendi duyguları ile savaşı sonunda yaşadığı yenilgi ve başarılar, insanı daha bıçkın olmaya mı itmektedir, diye düşünebiliriz belki de!. Bundandır ki, Sirtaki ile özdeşleşen Zorba kimliğini de sorgular Karadana. Bu doğru bir model midir? Bu kıran kırana giden yaşam yolunda artık biraz Zorba formunu mu taşımaktadır Karadana? Zorba diyince aklımıza ilk gelenler; Karadana’nın hayata karşı bir duruşudur, demek olasıdır belki de. Onun kendisinde yarattığı güçtür bu kavram, hayata karşı pes etmeden ve mücadeleci yönüdür.. Nikos Kazancakis’in ‘’Zorba the Greek’’ isimli romanı ve bu romandan uyarlanan ‘’Alexis Zorba’’ filminde, cesur yürekli bir insanın yardımlaşma ve sonuna kadar birlikte yaşanan dayanışmanın sınırsız güvenini görürüz.



Karadana’nın yaşama ve zorluklara dirençli yapısı, yaşama hiç bir şey yokmuşçasına devam edebilme gücü bu anlamda filimdeki rol ile benzeşmektedir. Karadana, düzgüsel yaşantıda; Zorba formu ile dostluk, dayanışma, hayatla ilgili mücadele, zorluklara karşı pes etmemek insanlar için ne denli güçlü bir iletişim biçimi olduğunu, dostluk içinde yatan öncelikli güvenilir olma durumunun insan yaşamı ve iletişiminde ne denli gerekli olduğunu anımsatmakta ya da vurgulamaktadır!.




Türk-Yunan dostluğunun içinde birçok aynı tarihsel motifleri görmek olasıdır. Türk-Yunan kültürlerini inceleyecek olursak; benzer şey’lere güler-ağlarlar, yedikleri-içtikleri aynıdır. Aynı hızla öfkelenir aynı hızla yumuşar yürekleri.. Türk ve Yunan halkları dosttur. Bu serginin özünde bulunan Kavram’da, sanatçının bu dostluk üzerinden birbiri ile iç içe geçen kültürün söylemidir diğer bir değişle. Tabaklar üzerine yapılıp kırılan resimler tam da bu noktada insana ve yarattığı tüm kültürlere göndermeler yapmaktadır.

Belgin Balanoğlu Alagöz

Toplumsal Gelişim Ve Sanat Bölüm 5 KOLAJART Bağımsız Aylık Sanat Dergisinde yayınlanmıştır. 15/03/2020 Modern Çağa ait gelişmeler...