28 Haziran 2010 Pazartesi

SELİM KARADANA’NIN EVREN YAŞAM ÖYKÜSÜ VE YILDIZ ÇÖPLÜĞÜ

Bu yazı 16. Tüyap Beylikdüzü Sanat Fuarı /Art Fair 2006
CEP Sanat Galerisi 'KARADANA' Katogunda ve
KARADANA; ''ÇARPIK GÖLGELER'' Kitabında (s. 8, Y. 2009) yeralmıştır.

Selim Karadana Resimlerinin çözümlemesi
Evren… henüz çözülmemiş bir giz ve bir bilinmez nedenle tetiklenen patlama sonunda gelişen ‘’Evren yaşam öyküsü’’nün bilimsel açıklamalı senaryosuna versiyon olarak, Karadana’nın kendi imgeleminde kurduğu bu metinsel öykü özgün bir concept (kavram) ve teknikle izleyenle buluşmaktadır. Resimlerinde bize algı olarak yansıyan ilk ‘’şey’’ler, yapıtlarında kullandığı ayna, fosfor ve biçime indirgenmiş parçacıkların ritimli kozmik enerjisi sayılabilir. Bu kullanılan malzeme farklılığı resimlerine farklı bir düşünsellik ve anlam derinliği katmaktadır. Konstrüksiyon içinde yer alan aynalar; resimleri yaşanan an’a dahil etmek gibi bir işlevsellik üstlenir. Nesnel olarak dondurulmuş bu düzlemsel uzamlar (ürünler), dural (değişmeden kalan) yapısını zıtlıkla devingenliğe terk eder. Ayna ile yüzleşilen o an, izleyeni kendi varoluşunun ilk anı ile karşı karşıya getirir adeta. Bu, sanatçının sorunsalındaki kendi varoluşuna paraleldir ve diğer insanları da bu oluşum gerçeği ile yüzleştirir bir anlamda. Ne ki, bir de izleyenin gerçek zamanı resme yansır. Bu an, yaşanan anın resme dahil olduğu an, resimsel düzlem yaşayan bir fenomen durumuna geçer ve içinde insanın da varolduğu bir alana dönüşür. Sanatçının fosforla desteklediği resim düzlemi, gece veya ışıksız bir mekanda resimleri hayata geçirir ve onları aynaların da aracılığı ile sonsuz yaşamsal dinamizmin diyalektik ilişkisine sokar. Diğer yandan yüzeyde görünen tüm biçimler resmin doğal atmosferini varsıllaştıran (zenginleştiren) bir elemandır. Evren/dünya/insan oluşumundaki kozmik enerji, sanatçının resimlerinde devingenliği ile değişim ve dönüşümleri ile hiç bitmeyecek serüvene yollanır. Bu geçmişin tekrar tekrar yinelenmesini, yani ‘’yaşantı’’nın kozmos içindeki süre geliş/gidişi anlamına denk düşer. Tüm sorunsalındaki dışavurum özünde, doğanın tüm olay/olguları arasındaki zorunlu ilişkileri (evrensel bağımlılık) bize sorgulatmaktadır. Böylesi bir düşünce sanatçı ve alılmayıcıyı kök bilgiye bağlar ve bize şu gerçeği duyumsatır. ‘’Bilim ve diyalektik felsefe, evrenin ilksiz ve sonsuz özdeksel değişimler olduğunda birleşir’’ (felsefe, O. Hançerlioğlu)

YAŞAMSAL TÜM BAĞLANTILARIN BAĞLANTILARINI KURMA
Büyük bir patlamayla başladığı gözlemsel olarak kanıtlanan evrensel oluşum ve dünyanın zaman/uzay içindeki oluşumundan ayrımsanamayan; yaşamdaki özdek ve doğa örgenliğinin varoluş biçimleri zaman/uzay/devim’le gerçekleşmiştir.
‘’Evren ve insan’’, ‘’nesnel ve öznel’’. Toplumsal gelişimdeki bu iki koşul, insanın nesnelliği kendi öznelliği içinde yeni bir biçime dönüştürmesiyle başlamıştır. İnsan, düşünce süreci içine girdikten sonra dünyanın yaratıcı süreci de başlamış, eylemleriyle kurmaya çalıştığı düzeni, akılla ilişkilendirdiği boyutta uygar gelişim tablosuna ulaşmıştır.
Elbette ki, insanlık tarihi çok uzun bir süreç sonunda bugüne ulaşmıştır ve yaşadığımız çağın yapılandırılmasında çeşitli etkenler söz konusudur. İnceleyecek olursak, sarmal gelişim içindeki nesnel-öznel diyalektiği, eytişimsel özdekçiliğin varlığını kendiliğinden ortaya koyar. ‘’Eytişim; doğayı, toplumu ve düşünceyi karşıtlıklarının çatışarak aşılmasıyla sürekli devindiren ve geliştiren süreçtir’’ (Felsefe, Orhan Hançerlioğlu), ve üç büyük yasayla kendini açıklar. Özdeksel doğadan, Tarihsel toplumdan, Bilinçsel düşünceden. İnsan yaşantısında aslolan tüm değerler, bu alt yapının varlığından türemiştir. İçerik/biçim, neden/sonuç, soyut/somut yasalarla olgusal değerlerin sorgulanması, doğanın/toplumun/düşüncenin işleyiş mekanizmasındaki dizgenin açıklanması  da bu yapıya dahildir.

Tüm bu kök bilgiye ve devinime bağlı etkenler, ‘’değişim koşullarının’’ düşünsel ve eylemsel birlikteliği ile ‘‘değişim faktörü’’nün uzlaşımını da beraberinde getirmiştir. Düşünce ve bilinç, insan beyninin ürünleridir ve nesnel dünyayla uyum içindedir. Zaten, ilkel topluluklardan uygar toplumlara geçiş sürecinde düzgüsel bir yaşantının sarmal gelişimi gözlenir. İnsan, duygu ve düşünce örgenliği ile kendini diğer canlılardan farklılaştırmıştır. Böylesi bir durumda, insan, ruhsal etkinliği ile yaşadığı her durumu kavradıkça bilinç düzeyine ulaşmıştır-ulaşmaktadır ve kendisi için gerekli olan tüm gereksinimleri kurgulamıştır-kurgulamaya devam edecektir. Ancak bu noktada insanın varettiği değerler, kendi içinde sıralama düzeni de kurmaktadır. Daha yüksek, daha aşağı değerler. Aslında değerler, toplumları oluşturan farklı kitlelerin ve ulusların arasında muğlak bir yapıdadır. Bir ulus için yüksek değer diğeri için önemsiz yada aşağı olabilmektedir. Bu, tümüyle değer bilgisinin edimiyle ilgili tercih etme durumudur ki, bir değerin diğerinden daha yüksek ve aşağı olması ayırdından kaynaklanmaz. Biri diğerinden üstün tutulduğu, seçildiği için değil, insanın doğrudan doğruya kendi gerçekleştirdiği oluşumu yüksek görmesidir bir anlamda. Kesinlikle bir seçme işi değildir, zira seçme bir çaba edimidir. Tercih etme, değer taşıyan nesneler (empirik) ve değerlerin kendi içinde (a priori) olabilir. Yüksek değerler, sürekliliğini koruyan bir yapı gösterir. Süreç içinde nesnel değeri olan bir şey bir anda yok olabilir. Ancak bu yokoluş onun varolmuş halini, değer varlığını ortadan kaldırmaz. Çünkü ‘’sürme ve süreklilik’’ soyut ve aynı zamanda niteliksel zaman olgusuna işaret eder.
Toplumun oluşumunda yaşamsal değerler vardır. Lüks değerler, uygarlık değerleri, vital değerler, tinle ilgili değer alanı (doğru bilgi, güzellik, hukuk, kültür değerleri), dinsel değer.
Toplumun oluşumunda yaşamsal değerler vardır. Lüks değerler, uygarlık değerleri, vital değerler, tinle ilgili değer alanı (doğru bilgi, güzellik, hukuk, kültür değerleri), dinsel değer.
Sanatçı Karadana’nın sorunsalında yatan temel etmenler: uygarlık değerleri ve tin’le ilgili değer alanıdır. Onun kabul ettiği her şey kök bilgiden çıkar ve deformasyona uğratılan ‘’şey’’ ler (insanın duygu ve düşünce örgenliği, sanat, doğada varolan herşey, sunileştirilmiş malzemeler vs..), insanın insan olma edinimini bozmakta onu soyut/somut yıkıntıya uğratmaktadır. Ona göre, hazırlanmış paket değerler vardır ve bu değerler modernleşme, hızla yayılan popüler kültür uzantısında baskın popülizm etkisiyle bilinçten uzak yaratılmaktadır. Bu yapıda üstü yaldızlanmış, göz alıcı, kolay tüketilen, kök bilgiden beslenmeyen, modacı anlayış egemendir ve gelişmemiş, az gelişmiş ülkelere dayatılmaktadır. Gelişen bu tabloda albeni’li bozuk gidişten kendini koruyamayan insanlar-toplumlar, kendi öz değerlerinin yerine içleri boş, düşünce ürünü olmayan, aklın utkusundan uzaklaştırılmış yaşama ayak uydururken kendi tükenişlerinin de temelini atmaktadırlar. İnsan yada toplumlardaki bu içi boşaltılmışlık ve değer çöküşleri, ülkelerin, Emperyalizm karşısındaki direncini de yok etmektedir. Bu çöküntüler insan yaşama biçimlerinde, sosyo-kültürde, eğitimde, siyasette, ekonomide, davranış biçimlerinde, inançlarda, sosyal haklarda, sanat disiplinlerinde yozlaştırmalar yoluyla başlatılmıştır. Yöntem bellidir, tüm soyut-somut olgular yok edilir. Kurumların işleyişi deforme edilir, süreç sonunda neye-niçin tutunacağını bilemeyen insan modeli her türlü yönlendirilmeye, yönetilmeye açık konuma getirilir. 

Buna bağlı olarak sanatçının resimlerinin temasında çatışan iç karşıtlıklar vardır. Bilginin bilgisizlikle, değerin değersizlikle, özgürlüğün sömürgecilikle çatışması. Emperyal güçlere başkaldırı vardır. Sanatçının tuvaliyle yüzleşmesi, toplumları şekillendiren üstü parlatılmış, yaldızlı yaşantı sunumundan başlar ve bu insan-toplum gidişini ‘’yıldız’’la simgeler. Evrenin süsü olan yıldızla insan arasında kurduğu benzeşimi (analoji) uyarılganlık aracı olarak seçmiştir. Üstü parlak, cezp edici ama içi boş…  

Karadana, altı metre uzunluğundaki tuvalinde ‘’Evren yaşam öyküsü’’nü biçimlendirmiştir. Evrenin oluşumundaki (genesis), ilk hal ve başlangıç anı/dünyanın varoluş anı/insanın varoluş anı… Ancak bu kez yapıtın oluşumu ve geliştirilmesi, tüm insansal yaşanırlıklardaki deformasyon, insanın geleceğinin nasıl olacağı, neden/sonuç sorgusuyla süren girift ilişkiye dayandırılır. Resimlerinde tepkilerinin ifade ve teknik dilini şöyle kurar:
Resim düzleminde izleyeni ilk karşılayan rengin sakin yapısıdır. Renk, sıcak pembenin yansıdığı bir maviyle girmiştir ilk kat ve ilk hal olarak. Sonra mavi-pembe-gri birlikteliği alt dokuları oluşturmuştur. Koyu-orta-açık tonlaması ile üst üste gelen pembemsi griler ve pembe,yeşil-sarı,yeşil,pembenin dolaştığı fildişi beyazlar. Bu renk katmanları arasından görünen biçimsel oluşumların etkisi ile dikkat çeken durum, birbiriyle diyalektik ilişki içinde olan sorunlar silsilesine ait bir ipucu yada izleyici için gönderme olmamasıdır. İzleyici, bu yalın, öze indirgenmiş biçimler ve kullanılan renklerle baş başa kalmıştır.
Öte yandan sanatçının , izleyenin yorumuna sunmak ve anlaşılmak gibi bir kaygısı yoktur. Çünkü tuvalleri kendi özgürlük alanıdır ve her bir tepkiyi kendi imgesindeki biçimlerle imler. Sorun gördüğü ve tepkilediği herşey, bu dışavurumda yalınlaştırılmış biçimlerle kendi resim diline dönüşmüştür. 

Sanatçının yıldız formundan yola çıkmasının nedeni; resmin alt bölgesinde çalışılan yıldızların üstünü boya katları ile tekrar tekrar örterken fazlalıkları atıp, her bir oluşumu geliştirilmiş şekilci gidişten arındırarak ilk haline getirme istemiyle örtüşmektedir. İşte tam bu noktada insanlığın geleceği konusundaki kaygılarının ve sorun gördüğü nedenlerin özü olan kök bilgiden uzaklaşmayı kendi biçimleri ile tepkilerken, yıldızlaştırmaya yaptığı eleştiri anı gibi onların şekillendirilmiş yapısını boya katmanlarıyla örterek üçken biçimlere dönüştürür. Bu tavır dikkat çekilmek istenen birinci durumdur, tepkilerini evetleyici (affimativ) etkidedir.
Sorunsalını kendine ait teknik dil ve ifade diliyle oluşturması ve yine kendi biçimlerinin ekspresif ama belli bir düzenle oluşturduğu fırça hareketleri ile kurduğu konstrüksiyonda, tüm lekeler gezinen, birbirini iten, birbirini kabul eden bir enerji yaratmaktadır. Burada fırça tuşlarının irili-ufaklı, değişik yönlü hareketliliği rengin pastelliği ile dengelenmiştir.
‘’Biçim ne kadar soyutsa o kadar açık seçiktir, ve dolaysız olması onun çekici yanıdır’’ (Kandinsky).

Sanatçının ifade dili bu tanımla birebir örtüşmektedir. Süslü ve sahteciliğe, her oluşumun kendi gerçeğinden uzaklaşmasına, deformasyonuna, görsel ve eğitimsel deformasyonla empoze edilişe, kök bilgiyi ketleyerek anlamların anlam değiştirmesine, kavram kargaşasına, hızlı değişen alışkanlıkların kısır döngüsüne karşı bir duruş içindedir. Tüm bunlara karşıdır çünkü insanın ve insansal olan herbir oluşumun mutasyona (değişinime) uğratıldığını düşünmektedir. Kaygılandığı durum, kök bilgi olmaksızın kurulmaya çalışılan bu genel yapıda, toplumu ve doğasal olanı birbirine bağlayan hiçbir etkenin kalmamasıdır.
Bu düşünceden hareketle sanatçı alt platformdaki eleştiri hedefi olan yanmayan içi boş yıldız kümeleri (ki sanatçıya göre içi boş ‘’şey’’ler ve ‘’gibi’ler yaşamaz) ile üst platformdaki bilgiye dayalı daire olarak biçimlenmiş fosfor noktaları arasında dikey çizgisel biçimler aracılığı ile ilişki kurar. Çizgi, bir bütün halinde çalışılmış pentürde plastik yapıyı tamamlayıcı eleman rolündedir. Dikey çizgiler, kinetik yapıyla izlenmesi gerekeni işaret ederken, dikkat çektiği ve birbirine taban tabana zıt iki durumu da imlemektedir. İçi boş, kök bilgiden yoksun üçken biçimlere karşılık bilginin sağladığı yığılmalarla iç enerjisini koruyan daire formundaki fosforla desteklenen biçimler.
Karadana’nın aldığı tavır ve tepkiler bilgiye dayalıdır. Bilgi evrenseldir, ama her toplumun varettiği kültür içine birbirinden farklı etmenlerle yerleşir. Bu noktadan hareketle düşünmek gerekirse; her toplumun varettiği kültür kalıtsal kabul edilir. Kuşaklar boyu edinilen bilgiye dayalı deneyimlerin birbirine eklenmesiyle simgesel olarak taşınır. Her ulusun kendi kökünden gelen değer-bilgi-deneyim formları vardır ve bu formlar toplumlarda kendi kültür uzantıları olarak varlığını hep sürdürür. Kültür, ulusların bir kuşaktan diğer bir kuşağa mirasıdır, gizil güçtür ve dayanıklıdır. Sosyal kişiliğin oluşmasında en önemli etkendir ve davranış örüntülerini belirleyen, yaşam desenini oluşturan yapının kök bilgilerinden beslenir. Bu noktada sanatçının herbir duruma evrensel olarak baktığını vurgulamakta yarar vardır ve sorunsalına hangi açıdan bakarsak bakalım (sosyolojik, psikolojik, siyasi vs) bizi ulaştırdığı ve buluşturduğu nokta bilgi ve deneyimlerle üst üste yığılı bilgi gelişimidir. Onayladığı biçim de bu dur. Gelenek-görenek-tabu anlayışıyla değil, tam zıt düşüncelerle tavır almaktadır. İnsan ulaştığı noktadan, insansal özelliklerini koruyarak ilerlemelidir. Eş değişle, düşünen, emek veren, kendini olabildiğince geliştiren, kendi tercihleri, kendi seçimleriyle yaşayan ve özgür insan-uygar insan-bilgili insan olarak yoluna devam etmelidir.
Sanatçının tüm düşünsel ve eylemsel tavrını destekleyen yapıtta, ilk kez kendisinin kullandığı fosfor, üst platformda yuvarlak biçimlerle resme dahil edilmiştir.
Karadana 1988 yılında döneminin en avangart tavrıyla resimlerine dahil ettiği bu malzemenin seçimiyle, içindeki enerjik yapıyı resimlerine dahil ederek, görülmezi görünür kılmıştır.
Bu durum, sanatçının, ‘’bilgiden çıkan her şey yaşamaya devam eder’’ teziyle özdeştir.
Belgin Balanoğlu Alagöz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Toplumsal Gelişim Ve Sanat Bölüm 5 KOLAJART Bağımsız Aylık Sanat Dergisinde yayınlanmıştır. 15/03/2020 Modern Çağa ait gelişmeler...