25 Haziran 2010 Cuma

SANAT TARİHİNE YÖN VERMİŞ SANATÇILARIN YAŞAMLARINDAN KESİTLER -3- VİNCENT VAN GOGH


ARTiST MODERN Dergisi Ocak 2010 sayısında yayınlanmıştır.



VİNCENT VAN GOGH:
Modern sanata geçişin önemli sanatçılarından olan Van Gogh, sanatı ve yaşamı en çok irdelenen sanatçılardan biridir. Sanatçının, çok güvendiği ve sevdiği kardeşi Théo'ya yazdığı mektuplar, yaşamının ve duygularının önemli belgeleri olmuş ve aynı zamanda Edebiyat Tarihinde yer almasını da sağlamıştır. Duygusal yaşantısının sanatında yarattığı etkilerin izlerini, Théo'ya yazdığı mektuplarda apaçık görmek ve Van Gogh resim çözülmelerini kendi yapısı içinde çözümleyebilmek olanağı doğmuştur sanat tarihçiler ve eleştirmenlere. 


Dramlarla geçirilmiş ve hazin bir sonla noktalanmış bir yaşam. Fakirlik içinde büyüyen Van Gogh'un içinde zengin hayaller vardı. Babası Protestan bir papaz'dı, dinsel bir hayatın getirdiği disiplin içinde ruhunun istediği sevgiyi görmeden yaşadı. Sevgi duygusunu yoğun yaşama ihtiyacından ötürü hayatı boyunca didindi durdu. Sevgi görebilme ihtiyacı, Onun ruhsal yapısını ve ileriki yaşamını da belirlemişti. İç dünyası ile çevresindeki insanlar arasında köprü oluşturamaması onu kendini ispata sürüklemiş, çok çalışarak, kendini disipline ederek, kültürünü ve düşüncelerini geliştirerek kendi sanat biçimini oluşturmuştu.

Yaptığı resimler salt kendi ruhsallığı ile oluşturulmuştur ve bu biçim Onun biçimidir. Van Gogh'u Van Gogh yapan resimlerinde hiçbir sanatçının etkisi yoktu. Van Gogh büyük ruhsal rahatsızlıklar geçirmişti ancak Onun resimlerinde psikopat etkiler aramak yanlış olur. Bu yapıtlar, bilinçli bir kişiliğin, kendini çıkmazdan kurtarmaya çalışan bir sanatçının, içindeki sevgi enerjilerini hareketli fırça dili ve canlı renklerle tuvallerine yansıttığı yapıtlardı. Tüm bu acı yaşamına karşın tek bir şeyden vazgeçmemişti, tabiat sevgisi. Bu duygu sanatçının dilince şöyle ifade edilir; 'Sanat; tabiat ile insanın toplamıdır''.

VİNCENT VAN GOGH; YAŞAMI VE SANATI
30 Mart 1853'de Hollanda'nın Groot Zundert kasabasında dünyaya geldi. Van Gogh, insan sevgisini, gönül cömertliğini babası Theodorus'dan, inatçılığı ve hırçınlığını annesi Anna Cornellia'dan almıştı. Daha çok küçük yaşta iken bile içine kapanık, huysuz, anlaşılmaz yapısı ile yaşıtlarından ayrı bir özellik göstermesi Onun arkadaşsız bir çocukluk geçirmesine neden olmuştu. Ama buna rağmen iyi okumuş, İngilizce ve Fransızca öğrenmişti. Onaltı yaşına girdiğinde ailesi Onu Lahey'de bir tablo satıcısının yanına vermişti. Çok iyi çalışıyordu ve ustası Ondan çok memnundu. İki yıl sonra Londra şubesine gönderildiğinde memuriyet hayatı başlamış oldu. 


Ancak hayatını altüst eden ve onun sanatçı kişiliğini ortaya çıkartan olay gerçekleşti, kiracı olduğu evin kızına âşık oldu. Çok hoppa olan bu kız Van Gogh'u söylemleri ve hakaretleri ile küçük düşürürken duygularıyla da alay etti. İlk kez seven ve bir genç kıza açılan Van Gogh evlenme teklifinin küçümsenerek reddedilmesiyle bir anda parlak bir alevken kül yığınına döndü. Girdiği ruh halinden ötürü mağazadaki işini kaybetti. Yaşamını sürdürmek için Almanca, Fransızca dersleri vermeye başladı ama başarılı olamadı. Memleketine döndü ve babasının işini yapmak istedi ancak papaz okulundan da kovuldu. Bu durumdan sonra gönüllü papaz olmaya karar verdi. Belçika Wasmes'ta yerin üçyüz metre altında çalışan kömür işçilerine din ışığı yaymak üzere vaazlar vermeye başladı. Âdeta bir derviş hayatı sürüyordu. Bir gün işçiler gündeliklerinin artması için ayaklanma yapınca, buna Van Gogh'un neden olduğunu sanan yöneticiler Onu kovdu.
Bu olaydan sonra şöyle demişti;
''Beni kimse anlamıyor, bedbahtların acılarını hafifletmeye çalıştığım için beni köpek gibi kovuyorlar. Belki hakkınız var: Bu dünyada benim yerim yok.'' Aslında bu dönem, sanatçının nasıl iç çatışmalar ve kırgınlıklar yaşadığının ilk dışavurumu idi. Gogh'u anlayan ve seven tek kişi olan kardeşi Théo, kardeşinde sanat kabiliyeti olduğunu biliyor ve Onu destekliyordu. Van Gogh, ressam olan kardeş çocuğunun yanında resim çalışmaya başladığında yirmi yedi yaşındaydı (1880). On yıl sürecek trajik hayatı işte böyle başladı. Ancak ilk beş yılında önemli bir eser vermeden çalıştı. Sanat yaşamını belirleyen yapıtları, son beş yıl içinde ortaya çıkmıştı.

Van Gogh resim yapmaya başladığı sıralar kardeşi Théo Paris'e yerleşmişti ve tablo ticareti yapıyordu. Ağabeyine karşı çok duyarlı olan Théo resim yapması için Paris'e çağırdığı Vincent'i empresyonistlerle tanıştırdı. Çalışmış olduğu bir tabloyla Paris'e giden sanatçı bir anda hareketli bir sanat çevresi içine girdi. Kısa dönem içinde cüce ressam Toulouse-Lautrec ve Emile Bernard'la yakın arkadaş oldu. Lautrec, Van Gogh'a Fransa'nın taşra kentlerinden söz ediyor, güneyin günlük güneşlik manzaralarını anlata anlata bitiremiyordu. O sıralar Paris sanat çevresi sanat kurallarını yok sayan Empresyonist akımın yarattığı şoku yaşıyordu. Bir yandan resim çalışırken diğer yandan sanatçıların çalışmalarını inceliyordu. Seurat'nın Noktacılığındaki saf renklerin nokta ve düz çizgiyle uygulanışını sevmiş ve özümsemişti ancak bu tekniği uygularken bambaşka resimler çıkmıştı. Fırçası özgürleşmiş ve tuvallerinde rengi coşkuyla kullanıyordu, renk-biçim-devinim ve kompozisyonun tuval üzerine dağılımı çok tutarlı idi. Daha önce Tintoretto, Manet ve Halls tuvallerinde fırçalarını cesurca özgürleştirmişti ancak tüm teknikleri kendine ait bir dile dönüştüren Gogh, onlardan daha farklı, özgün coşkun bir dil ve uslup yaratmıştı. Biçimleri kimi zaman abartıyor kimi zaman değiştiriyor, mekânın ve biçimlerin perspektifini kendi görüşüne göre kuruyordu. Üç boyut onun için önemli değildi. Boyanın çizgi halinde kalın bir tabaka olarak uygulanışı, biçimleri fırça ve renk aracılığı ile yapılandırması ve devingen fırçası kendisine aitti.

Sanatçı Van Gogh'un, resim yapmaya karar vermesi, kardeşi Théo kadar bir grup ressam arasında yer alan François Millet'in (1814-1875) sanatından etkilenmesiyle de başlamıştır. Millet'in sanat öyküsünde seyreden süreç ise şöyleydi; O sıralar 1848 devrimi seyretmektedir ve birçok ressam akademik kurallara aykırı resimler yapmaktadır. Soyluların ve saygın resimler yapan ressamların izinden ayrılan ve çiftçilerin, işçilerin resimlerini konu eden bir grup ressam, Felemenk ustalardan Constable öğretisinde olduğu gibi doğaya ve yaşama yeni bir anlayışla bakmak üzere Fransa'da Barbizon kasabasında toplanmış ve o günün koşullarında toplumsal bir devrimcilik sayılan köy yaşantısını tuvallerine aktarmışlardır. Toplumsal devrimcilik sayılmasının nedeni; döneme ait yapılan resimlerde köylülerin dramatik etkide ahmak ve gülünç sunulmasını (Bruegel resimleri) reddedip, günlük hayata ait olan durumları idealize etmek yerine doğal ve inandırıcı betimlemişlerdir. Vincent'i etkileyen Millet'in başkaldırı olarak sanat kurallarını reddetmesi ve onu etkileyen devrimci anlayış ile resim yapıyor olması idi. Çünkü duygularının, ruhsallığının tatmin olamayan başkaldırıları ile eşleştiriyordu bu aykırılığı.

Kısa sanat yaşamında tanıştığı tüm sanatçılardan öğrendiği her tekniği ve anlayışı kendi ruhsallığı ile tuvallerine aktaran Van Gogh'un çalışmaları doğal olarak Empresyonist etkiden çoktan uzaklaşmıştı. Daha sonra bu dönemi, ''Empresyonistler sonrası'' diye anıldı ve bu oluşumun başında kabul edildi. Kendi fırçası Onu çok mutlu ediyor, aynen heves dönemlerinde olduğu gibi çılgınca çalışıyor, üretiyordu. Gündüzleri müzede geceleri gece hayatında gezdiği halde bir buçuk yıl içinde iki yüz tablo üretmişti.

1888 yılının kış aylarında Seurat, Noktacılık (Pointillism) tekniği ile Paris'te farklı bir dil yaratırken, Cezanne Aix'deki çocukluk anıları arasında resimlerini üretirken kimsenin fark etmediği Hollandalı bir sanatçı güneye gitme kararı aldı. Sanatçının çocukluğunda yaşadığı hırçınlığa geri dönmüştü ve bu etkilenmeyle 1888 Şubatında Arles'a gitti. Théo, yoksul olmasına karşılık ağabeyinin sağlığı ve mutluluğu için Fransa'daki Arles'e giderken tüm masraflarını karşıladı.
Gittiğinde her yer kar içindeydi ama kısa zaman sonra güneş çıktı. Aradığı parlak ışığı yakalamıştı ve orada sarı bir ev vardı hemen evi kiraladı. Evin içi Onun tablolarına konu olacak renkteydi. Duvarlar beyaz, kapılar yeşil, yerler kırmızı boyalı idi.
Daha sonra Théo'ya yazdığı mektupta, ''Akdeniz'in uskumru gibi bir rengi var. Yeşil mi, eflatun mu, mavi mi bilemiyorsun. Bir anda bakıyorsun kurşuni bir griliğe bürünmüş… Masmavi gök altında çiçeklerin turunculu, sarılı, kırmızılı renklerinde öyle bir ışıltı var ki!''

Akdeniz iklimindeki bu doğa ve renk uyumu sistemi, ışık demeti Van Gogh'u çok heyecanlandırıyor ve geriyordu. Bu sıcak ülkede yaratma gücü patlamıştı. Tek derdi Paris'deki arkadaş çevresi idi. Israrla arkadaşı olan Paul Gauguin'i yanına çağırdı. O kadar heyecanlıydı ki, amacı sanatçılar kolonisi (İngiltere; Ön-Raffaello'cular benzeri) kurmaktı. Yanına gelen Gauguin ile bir süre çalıştılar ama krizleri çoğalmakta idi. Bir gün Gauguin'i elinde ustura ile takip ederken görüldüğünü anlayınca kendi kulağını kesti. Elinde kulağı ile bir genel eve gidip kulağını orada çalışan bir bayana verdi. Hastaneye yatırıldı, Saint-Remu hastanesinde kesik kulaklı resmi dâhil olmak üzere otuz beş resim yaptı. Gauguin ise öfke ve korku ile Paris'e döndü. Van Gogh'un kestiği kulağına verilen anlam yıllardır çeşitli olasılıklar üzerine yapılandırılmaktadır. Yeni bir gazete haberinde (Aralık, 2009) ise şu olasılık açıklaması yapılmıştır; ''kardeşi Théo'nun evlenmesi Gogh'u bunalıma sürüklemiştir. Çünkü evlenen kardeşinin artık eskisi kadar kendisini sevmeyeceğini düşündüğü için kulağını kesmiştir.''

1889 Mayıs ayında Akıl Hastanesine yatırıldı, 1890 yılının Temmuz ayında yaşamına son verdi. Öldüğünde tıpkı Raffello gibi otuz yedi yaşındaydı.
Yaşamı şiddetli iniş-çıkışlarla ve duygusal hallerle geçen Van Gogh, resim üretimlerini yaparken hep olumlu ruh hali içinde çalışmıştır.


VİNCENT VAN GOGH RESİMLERİNİN SANAT ÇÖZÜMLEMESİ:
Van Gogh, rengi derinlik için kullanmaz, renk Onun için çizgi ve ifade elemanıdır. Biçimlerini hacim kaygısından uzak, çizgi unsurları ile oluşturuyordu, aynı zamanda rengi doğaya bağımlı görmüyor, rengi bağırma olarak kullanıyordu. Bu yüzden renk akortlarları, uyumdan çok bağırıcıdır. Demiştir ki; ''Ben, insan ihtiraslarının korkunçluğunu kırmızı ve yeşille ifade etmek istedim.'' Renkle duygusal bir bağlılık kuran sanatçı aslında renkçi bir ressam değildir, biçimci bir ressamdır.
Sanatçının ilk önemli eseri''Patates Yiyenler'' isimli tablosudur (1885), (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Bu tabloda Rembrant'ın etkileri açıkça görülür. Aynı zamanda sanatçının yapıtlarında temel unsur olan ışığı kullanma ustalığı da bu noktada başlamış olur. İçmekan olarak çalışılan bu resimde renkler, pastel kahve tonlarında ve iç karartıcıdır. Kendi yoksulluk ve karamsarlığına özdeş bir atmosfer oluşturmuştur. Işığın yalnızca insan yüzlerini aydınlatması; yüzlerdeki açlık ifadesini vurgulamak içindir ve burada dikkat çeken en önemli unsur, paylaşım'dır. 


1882 yılında yaptığı ''Hüzün'' isimli taşbaskısında; kafasını öne eğmiş, yüzü görülmeyen çıplak bir kadının yalnız ve terk edilmiş hüznünü algılamamak mümkün değildir. Bu resimdeki kadının birlikte yaşadığı alkolik genelev kadınıdır. Aynı kadının karakalem desenlerini de çizmiştir.
Yine trajik bir resmi olan ''Sonsuzluğun Eşiğinde'', (1890) isimli tablosunda adeta kendini yapmıştır. Sandalye üzerine oturmuş yaşlı bir adamın, mavi gömlek ve pantolonlu resminde yumrukları ile yüzünü kapatan ve yine yüzü görülmeyen resmidir, (Rijksmuseum Kroller Muller, Otterlo). ''Doktor Gachet Portresi'' (1890) yine benzer durumdadır, masaya dirsekleri ile dayanan adam, beyaz kasketli başını kolları ile desteklemektedir. Hemen hemen tüm portrelerinde hâkim olan hüzün, umutsuzluk, çaresizlik, kasvet, melankoli bu resminde de figürün lacivert renkli ceketi rengi ve arka planın koyu mavi rengi ile desteklenir.

''Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece'', (1888) isimli peyzajı, yıldızlı bir gecenin tasviri ile muhteşem bir etkidedir. Ancak sanatçı bu yıldızları muhtemelen ölümle özdeşleştirmiştir, ulaşacağı son nokta gibi.. Lacivert-mavinin hâkimiyetindeki bu resimde, yıldızların ışıltısı, kıyıdan denize yansıyan yapay ışıklar gecenin karanlık rengini daha fazla vurgulamakta, yaşamı boyunca kendine bir eş edinememiş olan sanatçı bu özlemini ön plana yerleştirdiği bir çift ile var etmektedir.
Buğday Tarlası (1890) resmindeki bulutlu atmosfer, onun hüzünlerini ve yalnızlık duygusunu perçinleyen yapıyı ortaya koymaktadır. (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam).
Denilebilir ki, Onun tüm resimlerini duyguları ve ruhsallığı yönetmiştir. Théo'ya yazdığı mektuplarındaki duygusal söylemleri ile resimleri arasında eşzamanlı bir ilişki kurmak sanırım yanlış olmaz. Ruhundaki tüm baskılar ve coşkuların izleri fırça vuruşlarında görmek olasıdır. Bu etkiler ise sanatçı ile tuvali arasında seyreden samimi ilişkiyi ortaya koymaktadır.
Çünkü O resimlerini beğenilmek, önemli anılmak, ünlü olmak gibi ikincil duygular ile yapmamaktadır. Onun amacı, tüm insanlığa, içinde taşıdığı ama gerçek yaşamda paylaşmadığı sevgilerin, insan üzerinde yaratacağı mutluluk ve buna bağlı olarak duygusal avuntuları idi. Hissettiklerinin paylaşılmasını, anlaşılmasını istiyordu. Birçok tablosunun baskı olarak çoğaltılması ve her sınıftan insanların ev duvarlarında yer alması amacına ulaştığını göstermekte ve Onu çok mutlu etmekte idi.

Resim sanatı konusunda kendini eğitirken hızlı algılaması, bu algıların ruhsallığı ve duyguları ile değişime uğrayarak farklı bir ifade diline dönüşmesi, kendine ait üsluba ve özgün dile ulaşmasına neden olmuştur. Çağının Empresyonist anlayışına da aykırı bir dil oluşturmuştur aynı zamanda. Bu yeni ve farklı teknik, özgür fırça kullanımının başlangıcı da olmuştur.
Van Gogh, dönemine kadar gelen tüm ressamlardan farklı konulara yönelmiş, insan gözünün gördüğü her bir oluşum içinde yer alan obje ve görünümlerde ille de estetik tatlar veren görünümler yerine, kendinin ilgisini çeken konuların resimlerimi yapmıştır. Kendi gözleri ve duyguları ile gördüğü gibi.. Örneğin; tarlada kalan saplar, çalılıklar, selvi ağaçları, güneşin kızgın sıcak etkisini, ay ve yıldızların yeryüzünü çevreleyen yakın ilişkisini, insanların mutsuz ruhsallığını ve çok sıradan ama kendisi için çok önemli olan yatak odasını vs.. resmetmiş ve o güne kadar yapılmayanları yapmıştır. Yani, doğayı taklit etmekten vazgeçen birçok ressamdan da ötelere varmıştır.
Cezanne ve Van Gogh'un sanat sorunsalları farklı olsa da iki sanatçı da hemen hemen aynı noktaya varmışlardı, farklı ifade diline…
Belgin Balanoğlu Alagöz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Toplumsal Gelişim Ve Sanat Bölüm 5 KOLAJART Bağımsız Aylık Sanat Dergisinde yayınlanmıştır. 15/03/2020 Modern Çağa ait gelişmeler...